İsa KOCAKAPLAN
“O Topraklar Bizimdi“, köylülerin sosyal hayatlarında zorlamalar neticesinde meydana gelen değişmelerin tesirini anlatır. “Onlar da İnsandı” romanının devamıdır denilebilir. Zaten mevzu bakımından da her iki roman birbirini bütünler. Vak’a, Yalta’nın Kızıltaş köyünden, Akmescit’in Çukurca köyüne aktarılmıştır. Bu durum, eserde cereyan eden hâdiselerin, gerçeklik duygusunu daha kuvvetle uyandırmasını teinin eder. Bilindiği gibi Kızıltaş köylüleri, daha önceki romanda yediden yetmişe sürülmüşlerdi. Yalnız Çilingirin oğlu Selim, Bekir’in kızı Ayşe’nin yeni doğan oğlu Alim’i yanına alarak kaçabilme fırsatı bulmuştu. İşte ikinci romanın aslî şahsı, Çilingir’in oğlu Selim’dir.
Selim Kızıltaş’tan kaçtıktan sonra, Akmescit’le okumuş, kurslara devam etmiştir. Askerliğini yaptıktan sonra Çukurca köyüne kolhoz reisi olur. Selim’den evvel köyde kolhoz reisi Bilâl’dır.
Roman Selim’in gelişinden önce, köyün hayatını tasvirle başlar. “Onlar da İnsandı” romanının, toprağına âşık ve mesut köylüleri artık kaybolmuştur. Herkese bıkkınlık hâkimdir. Ama bu toprağa karşı değil, Rus’lara ve kolhoz teşkilâtına karşıdır. Yoksa, toprağı yine severler, onun için canlarını yine verirler. Zaten o kadar sıkıntıya katlanmalarının sebebi, toprağa olan sevgileri ve ondan ayrılmak istememeleridir. Sürgün olmamak için seslerini çıkaramazlar, gözyaşlarını gizli gizli içlerine akıtırlar. Çalışıp çabalayıp yetiştirdikleri mahsûlleri, bütünüyle devlete teslim ederler. Sonra da iki yüz gram un için, gece yarılarına kadar kooperatif kapılarında beklerler. Berber Hasan’ın kaynatası, kolhoz dan daha önce kendisinin olan tarlatanın ekinini, yine kendisi biçebilmek için, Reis Bilâl’den izin istemiştir. İçindeki, toprağa sahip olabilme arzusunu böylelikle bastırabilmek amacındadır. Ama yaşlı vücûdu buna tahammül edemez ve çok sevdiği toprağının kucağında hayata veda eder. Köyde ölü defnetmek de bir meseledir. Kefen bezi bile bulunmaz. Hele dinî törenler katiyetle yasaktır. Ölenlerin mevlidi gizlice okutulur. Selim köye geldiği zaman, köy bu haldedir. Selim de Rusların propagandalarına kanmıştır. Komünizm konusunda onlardan çok daha samimîdir. Bu yüzden kendi kanından, kendi canından insanlarla anlaşmazlıklara düşer.
Bu romanın diğer bir özelliği de, bir an için köylünün üzerindeki devlet baskısını kaldıran, ikinci dünya harbinin Kırım’daki akislerini, daha teferruatlı ele almasıdır. Selim Rus ordusunun bir subayı olarak askere gider. Samimiyetle, Rusya için komünizm için savaşmaktadır. Fakat savaş onun aklını hasına getirir. Sağ kolunu savaşta kaybeder. Geri köye dönünce, daha evvel eziyet ettiği köylüleri onu bağırlarına basarlar. Buna karşılık, harpten evvel beraber yaşadığı Rus kadını Natalya, Alman subaylarıyla düşüp kalkmıştır. İşte bu şahsî hâdise, Selim’in bütün Rusları aynı tıynette görmesine sebep olur. Daha önce müdâfaa ettiği fikirlerin tam aksini benimser.
Savaş sırasında, Kırım’daki halk tekrar eski yaşayışına döner. Ruslara olan kinlerinden dolayı, Almanlarla aynı saflarda çarpışırlar. Camiler dolup taşar, kolhozlar kaldırılır. Herkes kendi toprağını işlemek, kendi malına bakmak arzusundadır.
Ama savaşın Ruslar tarafından kazanılması, bütün ümitlerin sonu olur. Büyük bir katliâm başlar. Bu katliâmdan kurtulabilenler de, yediden yetmişe topyekûn Kırım’dan sürülürler. Eserde 1938 ile 1943 yılları arasında, Kırımlıların başlarından geçenler, Çukurca köyü esas alınarak anlatılmıştır. Tabii ki, mekân da Kırım’dır.
Hülâsa edilirse bu iki eserde, kolhoz öncesi ve kolhoz hayatıyla, Kırım Türklerinin üzerlerinden Rus baskısının kalktığı bir anlık sürede meydâna gelen hâdiseler hikâye edilir. Eserlerin üslûp tonu son derece hissidir. Yazar anlatım esnasında şiirler ve marş sözleri ile, türkülerden de istifâde eder. Mahallî şiveleriyle veya kendi dillerinde konuşturduğu şahıslar da mevcuttur.
Toprak sevgisi romanların hepsinde vardır. “Yurdunu Kaybeden Adam“, “Onlar da İnsandı“, ve “O Topraklar Bizimdi” romanlarında kuvvede hissedilen iki fikirden biri sürgün, diğeri kolhoz fikridir. Köylüler topraklarından sürülmemek için her şeyi göze alabilirler. Aynı şekilde kolhozdan kurtulmak için de, yapamayacakları şey yoktur. Kolhozu açıkça tenkit edemeyen köyüler, bunu mizahî yolla yaparlar.
Meselâ, “Onlar da İnsandı” romanının kahramanlarından Enver, Kızıltaş’a komşu olan Dermenköy’e gittiğinde, bir eşeğin boynuna asık tahtaya, tebeşirle yazılmış şu ibareyi okur: “ölürüm de kolhoza girmem.” Yine Enver ağaca asılı bir tavuğun niçin asıldığını sorunca, çocuklardan şu cevabı alır: “Kolhoz haftada on yumurta istedi. Yumurtlayamadığı için kendini astı.”
Bu dön eser, Kırım Türkleri esas olmak üzere, bütünüyle esir Türklerin dramını aksettirir. İnsan olan hiç kimsenin dayanamayacağı fakat Türklere uygulanan vahşet sahnelerini gözler önüne serer.
Cengiz Dağcı’nın Dört Romanı – İsa Kocakaplan, M.E.B. – İstanbul,1999
One comment
Pingback: Onlar da İnsandı – Cengiz Dağcı – Vatan KIRIM