KIRIM’A VUSLAT
Emine PEKER ŞANSAL
Roma’da bir otel odasında korkularıyla baş başa bir adam. Yorgun bir adam. Yılların esareti ve mücadelesinin kesif kokusu dimağında, hasreti ve yılgınlığı yüreğinde alıyor eline kalemi. Korkularını ümitsizliğine katık ederek yazıyor. Yazan kişi Sadık Turan. Daha küçüklüğünden itibaren yaşadığı topraklarda yok sayılmayı ve sığıntı görülmeyi yaşıyor. Bu topraklar ki kendi öz vatan toprakları. Yirmi beşli yaşlarına kadarki eziyet ve canhıraş hayatta kalma mücadelesini anlatıyor en mahrem matbudan. Yani günlüğünden…
Günlüğünü okuduğumuz ana karakter Sadık Turan değildir oysa, bizzat yaşayan ve yazan Cengiz Dağcı’nın ta kendisidir. İsmiyle müsemma korkunç yıllara götürüyor bizi bu günlük. Yaşadıklarını ve duygularını bir coğrafyanın kadim esareti ve kurtuluş mücadelesi üzerinden okuyucuya aktaran yazar soluksuz bir mücadelenin, sancılı varlık devinimlerinin ve doyumsuz bir zaferin vücut bulmuş halidir.
Kırım’ın Yalta şehrinin Gurzuf köyünde Rus emperyalizminin gölgesinde dünyaya merhaba diyen yazarın hayatı kendinden öncekiler gibi yoksulluk, kıtlık, sömürü ve baskılar altında geçecektir. Savaş yıllarının acımasızlığını ve duygu yoğunluğunu mürekkebine çok iyi katık etmesi onun iyi bir gözlemci olmasından ziyade o günlere gözleriyle şahit olup bizzat yüreği ile yaşamasından ileri gelmektedir.
Kırım tatarı Cengiz Dağcı tarihin tozlu ve kanlı sayfalarını yüreğinde havalandırırken okuyucuya katıksız, katkısız bir metin hazırlamış oluyor. Korkunç yıllara uzanıyoruz. Stalin dönemine gidiyoruz. Cengiz Dağcı’nın sırtında Almanlara karşı savaşan Rus üniforması var. Düşmanlarının menfaati için cephede kalkan görevinde eli mahkûm. Rus ordusunun saflarında bedeni acı, toz ve kana bulanmışken Almanların elinde Yahudi toplama kamplarında buluyor kendini Cengiz Dağcı. Toplama kampında Alman lejyonerler tarafından Ruslara karşı Kırımlılardan oluşan bir kurtuluş ordusu kurulur. Cengiz Dağcı yıllar süren eziyet ve ızdırap dolu kamp hayatına bu sayede veda eder.
Bir halkın panoramasını ve varlık mücadelesini yazarın kendi hayat hikayesi üzerinden tanık olmaktayız. Bu tanıklık okuyucunun boğazına kör bir yumru yüreğine ise onulmaz bir acı bırakıyor. Satırları ile müdahil olduğu yılların korkunçluğu okuyucuyu hayrete düşürüyor. Nasıl yani nasıl? Nasıl bu kadar acımasız olabilir insan dediğimiz düşünebilen, hissedebilen canlı? Üç çeyrek asır önceki yaşanan acılar nasıl olur kitabı kapatsanız da gelip rüyalarınızda bulur sizi? Ve sorar insanlığa, mabedleri talan edilmiş bu kadim halk; özgürlükleri için toprağa akıttıkları kanlarından taze bir Kırım baharı yeşerir mi gelecek nesiller için?
“Bu topraklar, vagonların tekerlekleri altında yılların kanlı türküsünü söylüyordu” diyen usta kalemşor yılların paslı acılarına yaşayacağı aşkla bir nebze sünger çekebilecektir. Savaş yıllarında Polonya’da tanıştığı Regina Hanım en büyük destekçisi ve keder sağaltıcısı olacaktır. Yazar Regina isimli eserinde de vurguladığı gibi Regina isimli huzur denizinin sonsuz maviliğinde yıllarca Kırım özlemiyle yüzecektir. Fakat hayati dayanağını kaybetmesi yazarın, memleket hasretine katlandıran bir ivme kazandıracaktır maalesef. “Yarım yüzyıl dolu bir nehir gibi aktı; aka aka birikmiş bir deniz oldu aşkımız ve sonunda nasıl oldu bilmiyorum, aşkımızın denizini koruyan baraj çöktü ve ben aşkımızın taşmış suları dibinde kaldım” diyen yazar eşinin ardından yaşadığı özlemi hazin cümlelerle kavisli kavisli çizmektedir.
Ömrünün 64 yılını Londra’da geçiren yazarın, gerçekle kurguyu harmanlayarak okuyucuya aktardığı pek çok eseri vardır. Bu eserlerde asla pes etmeyen kahramanlarında yazardan izlekler bulmamak elde değildir. Ötüken Neşriyat tarafından yirmiden fazla eseri ülkemize kazandırılan usta yazar sayısız ödüle layık görülmüştür. 2011 yılında Londra da vefat eden yazarın naaşı, kurtuluşu uğruna savaştığı, özgürlüğü için mücadele ettiği, hayatı boyunca özlemiyle kesif acılarla yunduğu Kırım topraklarına defnedilmiştir.
15.11.2023
Beşinci Mevsim dergisi, sayı: 24. Sf.19-20.