Hakan KIRIMLI.
Söyleşi: Ayşe MERMERCİ- Narter ARI]
Kırım Tatarları 1960’lardan itibaren anayurtlarına dönmeye başladılar. Kırım Tatarları anayurtlarına dönüş sürecinde uluslararası kuruluşların desteğini de kazanma konusunda önemli başarılar kazandılar. Örneğin Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) kapsamında hazırlanan ve 15 milyon dolar tutarında bütçesi olan bir proje ile anayurduna dönen Tatarlara destek olunuyor, Tatarlar, Ukraynalılar ve Ruslar arasında topluluk düzeyinde sağlıklı ilişkilerin kurulması amaçlanıyor. Dergimizin bu sayısında Bilkent Üniversitesi öğretim üyelerinden Doç.Dr. Hakan Kırımlı ile Kırım Tatarlarının anayurda dönüş sürecine ilişkin yaptığımız bir söyleşiye yer veriyoruz.
Öncelikle bize kendinizi tanıtır mısınız?
1958 Balıkesir doğumluyum. Kırım Tatarıyım. Kırım’da Bahçesaraylı’yım. 19. yüzyılda Türkiye’ye gelen bir ailenin mensubuyum. Hacettepe Üniversitesi’ni bitirdim. Ekonomi ve tarih tahsilleri yaptım. Doktorama Almanya’da başladım, daha sonra Amerika Birleşik Devletleri’nde bitirdim. 7 senedir Bilkent’teyim. Uluslararası İlişkiler Bölümünde halen doçentim. Bildiğim diller Türkçe, Kırım Tatarca, İngilizce, Rusça, Almanca, Kıpçak Dilleri yani; Kazan Tatarcası, Kazakça, Karaçayca.
Ailenizin Kırım’dan Türkiye’ye geliş sürecinden bahseder misiniz?
Geçtiğimiz asırda gelen bir aile. Birkaç dalga halinde geliyorlar. İlk dalgası en büyük dalga olan 1861 göçünde Türkiye’ye geliyorlar. Ailemin yerleştiği Balıkesir’de büyük bir mahalle kuruluyor. Kırımlılar mahallesi adında. Zaten Türkiye’nin hemen hemen her şehrinde bir (hatta bazen birden fazla) Kırımlılar mahallesi ya da Tatar mahallesi vardır. Aynı Çerkes mahalleleri olduğu gibi. Biz de Balıkesir’deki Kırımlılar mahallesindeniz. Annem ise Romanya doğumludur.
Söyleşimizin ana teması “Kırım Tatarları’nın anayurtlarına dönüşü” olmakla birlikte, Kırım insanının yaşamış olduğu sürgüne de değinmek gerektiğine inanıyoruz, bu bağlamda Kırım Tatarları’nın yaşamış olduğu “sürgün” veya “zorunlu göç”ü kısaca anlatır mısınız?
Öncelikle vurgulamak isterim ki, Kırım Tatarları ile Kafkasya halklarının hem tarihten hem de içinde bulunduğumuz günümüz koşulları açısından bir kısım benzerlikleri ve bir kısım ortak yönleri vardır. Kafkasya halklarının ya da Kafkasya halklarının Çerkes üst başlığı altında toplanan kısmının ( Adığe, Abhaz…) literatürlerinde kullanılan pek çok tabirler Kırım Tatar tabirlerine uymaktadır. Bu cümleden göç ve sürgün kavramlarından bahsetmek mümkündür. Özellikle 19. yüzyılın sonlarında yüzbinlerce Kırım Tatarı ve Adığe halkı vatanlarını terkedip Osmanlı İmparatorluğu topraklarına sığınma mecburiyetinde kaldılar. Gerek Kırım Tatarları gerek Çerkes halkları kolay kolay vatanlarını terkedecek halklar değildir. Ve tabiri caizse her iki taraf da maddi manevi manada vuruşarak direndiler. Ancak “topyekün” mecbur kaldıktan sonra ülkelerini terketmek durumunda kaldılar. 19. yüzyılın başında Osmanlı Türkiye’sine ne Kırım’dan ne de Kafkasya’dan göç hiç bir zaman tamamen durmadı. Herhangi bir yılda dahi muhakkak en azından binlerle ifade edilen sayıda insan Osmanlı topraklarına geldi. Fakat büyük göç dalgaların olduğu yıllar da oldu.
Kırım Tatarları’nın Osmanlı topraklarına göçü hangi zamanlarda ivme kazanmıştır?
Kırım Tatarları için özellikle Rus-Türk harplerinin hemen sonrasında bazen arifesinde gerçekleşmiştir. 1783’de Kırım’ın ilhakinden hemen sonra, 1790’larda, 1812’de, 1829’da, hiçbiriyle karşılaştırılamayacak ölçüde büyük olarak 1860-1861’de, 1874’de, 1878’de, 1890’larda, 1903’de, 1918-1922 arasında, ve 1933’de, ve hatta 2. Dünya Harbi’nden sonraki mültecileri de katarsak 1944’de Kırım’dan Türkiye’ye büyük çaplı göçler oldu. Aynı şekilde Çerkesler’in de büyük göç dalgaları olmuştur. Hiç şüphesiz Çerkesler için de diğerleriyle mukayese edilmeyecek kadar büyük olan dalga 1864 dalgasıdır. 1864 dalgasına Çerkes literatüründe “büyük sürgün” adı verilir. Hakikaten haklı bir tabirdir. Çünkü dünyadaki başka göç olgularıyla kıyaslanınca, göç tabiri belirli bir yerden başka bir yere daha iyi şartlarda yaşamak için, daha ziyade gönüllü olarak yapılmış bir hareketi ifade eder. Bu şekliyle kullanıldığı zaman göç tabiri, ne Kırım’dan ne de Kafkasya’dan Türkiye’ye yapılmış hareketi izah etmek için yeterli değildir. Yani Kırım’daki ve de Kafkasya’daki bu insanlar, insanların Türkiye’den Almanya’ya daha iyi iş bulmak için gittikleri gibi gitmediler, veya Türkiye’de köyden kente göç edenlerle aynı sebeplerden gelmediler. Aksine milli, dini, etnik ve sosyal baskılardan kaçmak için geldiler. Bu durumda haklı olarak Çerkes literatüründe böyle bir yanlış anlaşılmayı önlemek için özellikle 1864 hareketine “büyük sürgün” tabiri kullanılır. Bu açıdan da haklıdır ve doğrudur. Sürgün tabiri önceki ve sonraki Çerkes hareketleri ve Kırım Tatar hareketleri için de kullanılabilir. Bu insanlar ya göçe kesinlikle mecbur kalmıştır, ya da düpedüz yerinden çıkartılıp gönderilmiştir. Sürgün kelimesinin hakkını verebilecek pek çok sebep mevcuttur. Bununla birlikte Kırım Tatar literatüründe 19. yüzyılda yaşanan hareketler için sürgünden ziyade göç tabiri kullanılır. Şunun için kullanılır; Kırım Tatarları 1944’de beterin beteri sürgünü gördükleri için, sürgün tabirini 19. asırdakilere kullanmaya tarih o fırsatı vermediğinden, yoksa mahiyet olarak ikisi de sürgündür.
Kuzey Kafkasya halkları ile Kırım Tatarları’nı fevkalade benzerliklerinden biri de, ki bu iki halk tarih boyunca iç içe yaşamıştır, akıl almaz derecede birbirinden kültür, adet, gelenek vb. her türlü alışverişte bulunmuşlardır. Bunun yanısıra bir diğer benzerlikleri de (veya talihsizlikleri de) 19. asırdaki sürgün mahiyetindeki mecburi göçler sebebiyle her ikisinde de otantik halkların 20. asıra gelindiğinde kendi vatanlarında azınlık hale gelmeleri, hatta bazı bölgeleri bütünüyle boşaltmaları olmuştur. Kuban’ın büyük bir kısmının ve Karadeniz kıyılarının Çerkeslerce bütünüyle boşaltılmak zorunda kalındığı gibi, Kırım’da da Kırım Tatar olgusu Kırım yarımadası ile sınırlı kalmış, yarımadanın dışındaki bölgeler tamamıyla boşaltılmıştır. Kırım yarımadasında bile Tatarlar azınlık durumunda kalmıştır, keza Çerkesler’de olduğu gibi.
Bunun sonucunda her iki toplumda da muazzam boyutlarda diasporalar ortaya çıktı. Bu diasporalar esas olarak Osmanlı coğrafyasında oluştular. Bugünkü ölçülerde konuşacak olursak bu diasporaların boyutları, bire on (belki daha fazla) oranındadır. Yani vatanında yaşayan her insana karşı on insan diasporada yaşamaktadır. Tabi diasporadaki bu insanların kültürel asimilasyona uğradıkları bir realitedir. Ayrıca Osmanlı coğrafyasının da kendi içinde parçalanması akabinde Bulgaristan, Romanya, Makedonya, Sırbistan, Yunanistan, Suriye, Irak, Mısır, Ürdün ve tabi Türkiye’nin ayrı bir devlet olarak ortaya çıkmasıyla bu diasporalar da parçalanmıştır. Bu da diasporalara ilginç bir boyut getirdi. Bunun da avantajlı ve dezavantajlı, daha ziyade tabi ki dezavantajlı halleri ortaya çıktı. Diasporalarda da oradaki hakim devletin; Romanya, Bulgaristan, Arap devletlerinin dilleri ve kültürleri ile asimile olma sorunları ortaya çıktı.
Kırım Tatarları’nın sürgünü meselesine tekrar gelince altını çizmem gereken bir husus var. 19. yüzyıldaki sürgünler ister Kırım Tatarları için olsun, ister Kuzey Kafkasyalılar için olsun, hakikaten, bu vatanları boşalttığı doğru, ahaliyi azınlığa düşürdüğü, erittiği, büyük tahribata sebep olduğu doğru, belki sonraki felaketlerin oluşacağı zemini hazırladı, bu da doğru. Ama en azından belirli bölgeler hariç tutulursa asıl vatan topraklarını bütünüyle boşaltamadı. Yalnız Kırım Tatarları’nın 1944 sürgününde tek bir Kırım Tatarı anavatanında bırakılmayacak şekilde sürgün tatbik edildi ve son derece vahşice tatbik edildi. Buradaki fecaati anlatmak için sürgün tabiri bile yeterli kalmamaktadır. Düpedüz jenosit şeklinde uygulandı. Sadece bir halkın başka bir yere nakil edilmesi şeklinde değildi, yani nakil değildi. Öylesine şartlarda tatbik edildi ki sürgün sırasında ve gidilen yerlerde ahalinin olabildiğince kırılması göz önüne alınmıştır.
Dönüş süreci ne zaman ve nasıl başlamıştır? Dönenlerin sayısı hakkında bir rakam ya da oran verebilir misiniz?
Dönüş süreci aslında 1967’den itibaren başladı. Mücadele çok daha önce başlamış olmakla birlikte 1967’de fiilen dönüş başladı. Fakat dönen herkes bin türlü zulümle karşılaştı. Kesinlikle girmelerine izin verilmedi, girenler sille tokat çıkarıldı, perişan edildi. Buna rağmen, herşeye rağmen, 1967’den 80’lerin sonuna kadar yirmi yıllık süre içinde binbir güçlükle, sahte kağıtlarla 10.000 kişi kadar girebilmiştir. Fakat bu sürgündeki halkın çok küçük bir kısmını teşkil etmekteydi. Kırım’a bizzat gidip de, oradan kapı dışarı edilen en az 100.000 kişi vardır. Geri kalanları zaten kıpırdatmıyorlardı. Sovyet sisteminde insanın bir şehirden diğerine giderken pasaporta ihtiyacı olduğu bir sistemde, kendi başına iş arayıp bulmasının mümkün olmadığı, ikametle ilgili her şeyin rejimin takibatı altında olduğu bir ortamda kitlesel bir göç zaten bütünüyle imkansızdı, ama ona rağmen teşebbüs edildi, çok büyük bedeller ödendi. Sovyetler Birliği’nin dağılma süreci dahilinde, vatana geri dönüş kitleler halinde, dev dalgalar halinde başladı. Gene engellemeler çıktı, zorluklar çıkarıldı, insanlar kapı dışarı edildi ama, artık önünde durulabilecek dalgalar halinde değildi. Özellikle, 89-90-91 ve 92 yıllarında yüzbinlerce Kırım Tatarı, Kırım’a döndü. Son derece berbat şartlar altında döndüler.
Dönenlerin karşılaştıkları zorluklar, sosyal ve ekonomik sorunlar nelerdir?
Her bakımdan zorluklarla karşılaştılar. Öncelikle her şeyden önce, Sovyetler Birliği’nin son dönemlerinde düpedüz polisiye tedbirlerle karşılaşıyorlardı, yurtlarına sokulmuyorlardı. Bu polisiye tedbirler fiilen kırıldıktan sonra, bu sefer insanlar bütünüyle evsiz, işsiz, aşsız, ışıksız, elektriksiz, sağlık ve eğitim hizmetleri olmaksızın perişan hallerde geldiler. Hiçbirisinin tabi ki, sürgünde terkettiği kendi evine dönmesi söz konusu değildi, orada bir Rus oturuyordu, hala da oturuyor. Evlerin bahçelerine bile girmeleri mümkün değildi. Ama boş buldukları her yere (kesinlikle planlı ve programlı olarak) iskan yerleri kurdular. Bu iskan yerleri perişan şekillerde kuruldu. Bazen yıllarca çadırda veya mağara gibi yerlerde yaşadılar ki bunlarda sık sık özellikle başlangıçta, buldozerlerle başlarına geçirildi, kanlı mücadeleler oldu. Ama bugün son on yıllık süreçte yaklaşık 300.000 Kırım Tatarı Kırım’a dönmeyi başardı. Ama bugünkü durumda Kırım nüfusunun %15’ini bile oluşturmuyorlar. Çünkü sürgünden sonra Kırım’a pek çok Rus yerleştirildi. Hatta Kırım’a Rus yerleştirme süreci Kırım Tatarları’nın Kırım’a sokulmadıkları 90’lı yıllara kadar devam etti. Yani bir yandan Kırım Tatarları’na, Kırım’a gitmeyin orada yer yok derken, diğer taraftan Kırım’a zorla Ruslar yerleştirildi. Bu ortamda maalesef bugün halen Kırım Tatarları’nın yarısı hatta muhtemelen daha fazlası halen sürgün yerlerinde yaşıyorlar. Orta Asya Cumhuriyetleri’nde özellikle Özbekistan’da ve Rusya Federasyonu’nun muhtelif yerlerine dağılmış şekilde, kısmen Kuzey Kafkasya’da da, özellikle Krasnodar civarında yaşamaktadırlar. Bunların hepsi Kırım’a dönmek istemektedirler. Kırım’a dönmek istemeyen Kırım Tatarı’nı ben daha görmedim. Fakat günümüzde özellikle ekonomik, sosyal ve idari engeller vatana dönüşün önünde çok büyük engeller teşkil ediyor.
Bir diğer boyutuna, diaspora boyutuna geçersek; Türkiye’deki Çerkes diasporasında vatana dönüş kavramının özellikle 70’li yıllardan beri çok tartışıldığını ben de biliyorum. Bu konuda pek çok yayın ve bunun ötesinde pek çok tartışmalar olduğundan haberdarım. Bu bağlamda vatana dönüş daha çok diasporadan vatana dönüşü ifade ediyor. Aynı konu Kırım Tatarlarını da ilgilendirmektedir. Fakat bugünkü durumda Kırım Tatarları için vatana dönüş eski Sovyet coğrafyası dışındaki diasporadan ziyade, Sovyetler Birliği dahiline 1944’de sürülmüş olan insanların dönüşü manasında gündemdedir. Geniş diasporadan da Kırım’a inşallah dönüş olur. Fakat bugünkü en acil mesele öncelikle (isterseniz “iç diaspora” da diyebileceğimiz) eski Sovyet coğrafyasına sürgün edilmiş insanların dönmesidir. Bu sağlandıktan sonra diğeri zamanla gerçekleşebilir. Çünkü diğer diasporanın önünde bugün çok daha büyük engeller vardır. Ama diasporanın yani Türkiye’de, Balkan ülkelerinde, Almanya’da yaşayan Kırım Tatarları’nın, ama ezici çoğunluğu itibariyle Türkiye’de yaşayan diasporanın şu an bile çok büyük rolü bulunmaktadır. Kırım’a dönen ve dönmekte olan Kırım Tatarlarının saymakla bitmez insani, kültürel, milli, dini, sosyal ve her yöndeki ihtiyaçlarını bir nebze olsun karşılamak bakımından çok büyük rol teşkil ediyor. Özellikle Türkiye’deki Kırım Tatar diasporası potansiyelinin çok küçük bir kısmıyla destek verse bile, bu destek Kırım’da Kırım Tatar varlığının tekrar ihyası bakımından gayet önemlidir. Eğer Türkiye’deki Kırım Tatar diasporasının aktif iştiraki olmasaydı, Kırım’a dönen Kırım Tatarlarının durumu inanın çok daha kötü olacaktı. Sadece insani destek olarak değil yani yiyecek, ilaç vs. olarak değil, siyasi ve sosyal destek olarak Kırım Tatar diasporasının faaliyetleri, aynı zamanda Türkiye Devleti’nin de oraya ilgi göstermesine amil oluyor. Bu Çerkesler için de fevkalade önemlidir. Türkiye için Kırım, Türkiye için Kuzey Kafkasya her zaman için önemlidir. Türkiye’de hiçbir Tatar ve Çerkes yaşamasa bile önemlidir. Basiretli bir Türk devlet adamı, Türk aydın için buraların vazgeçilmezliğini, buralara sırt çevrilmeyeceğini anlatmaya bile lüzum yoktur. Baştan bilinmesi gereken gerçeklerdir. Ama özellikle Türkiye’de buralardan gelmiş pek çok insanların bulunması Türkiye’de bu bölgelerin hatırlatılmasına önemli bir vesile olmaktadır. Bu sadece Türkiye’deki Kırım Tatarları’nın ve Kuzey Kafkasyalıların bencil çıkarları için değildir, bizzat Türkiye’nin kendi çıkarları içindir. İşte Türkiye’deki Kırım Tatar diasporası bu rolünü oynuyor ve bu çok önemli bir unsur teşkil ediyor. Bugün için Türkiye’deki, Romanya’daki, Bulgaristan’daki, Amerika’daki Kırım Tatar diasporasından Kırım’a kitlevi dönüşler için elverişli şartlar mevcut değildir. Ama diğer rolleri oynayabilmek de hayati önem taşıyor.
Eski Sovyet coğrafyasından Kırım’a dönenlerin adaptasyonlarını sağlayacak ve bu konuda onlara yardımcı olacak bir kuruluş var mı? Varsa bu kuruluş, amacı ve yapmış olduğu çalışmalar hakkında bilgi verebilir misiniz?
Bu konuda çok büyük problemler vardır. Problemlerin başında, bu halkın sürgün süresince kendi dilini, kültürünü, tarihini öğrenmeye yönelik her türlü imkandan yüzde yüz mahrum bırakılmış olması gelir. Kendi birlik cumhuriyetlerine sahip olan, bugün hatta otomatikman bağımsız olan halklarda bile, Ukrainler, Özbekler, Gürcüler vb. başka halklarda bile yüzyıllara varan genel bir Rus hakimiyeti, özellikle Sovyet hakimiyetinde kendi kültürlerinden, benliklerinden çok büyük kayıpların olduğunu fark edebiliyoruz. Ruslaşmanın, kendi milli ve kültürel özelliklerinden kopmanın pek çok işaretine rastlıyoruz. Hatta konuya yabancı olanların pek çoğunun dikkatini o çeker; iki Ukrain (veya bir başka halk) kendi aralarında tamamen Rusça konuşur. Dış dünyadan gelen pek çok insan bunları yadırgar ve garipser. Oysa uzun yıllar süren baskılı Sovyet hakimiyetinin kaçınılmaz bir neticesidir. Teorik olarak kendi cumhuriyetlerine, kendi topraklarına, kendi neşriyatına sahip olan halklarda bile durum böyleyken, üstüne üstlük bir de her şeyiyle yok sayılan bir halkta durumun ne olacağı tahmin edilmelidir. Bu bakımdan fevkalade derin bir kültüre ve tarihe sahip olmalarına rağmen, Kırım Tatarları özel olarak sürgünle gelen, genel olarak bütün diğer halkların zaten yaşadığı kültürel darbeleri üzerinde taşımaktadır.
Kırım’a dönüldüğü zaman, insanlar ne pahasına olursa olsun Kırım’a dönerken, milli kültürü koruyabilecek müesseselerin kurulması çok daha gerilere kalmıştır. Yani adamın evi yok, Allah’ın soğuğunda, ayazında çadırda yaşıyor, hastalandığında ne ilacı var ne bakılabileceği bir kliniğe sahip, okul ilk etapta düşünülemiyordu bile. Fakat bir insan için hastaneye gitmek ne kadar gerekli ise, bir millet için de var olacaksa okuluna, kültür müesseselerine, dini müesseselerine kavuşmak aynı derecede gereklidir. Aksi halde sadece bir biyolojik varlık olarak kalır, sosyolojik bir varlık değil. Bu bakımdan akıl almaz yetersizlikler içine girildi ve halen de durum öyledir. Şu an için Kırım Tatar çocuklarının çok küçük bir kısmı Kırım-Tatarca eğitime maliktirler. Kırım’da cami, kütüphane, sosyal dernekler vs. gibi dini, kültürel, sosyal müesseseler son derece yetersizdir. Kırım’da insanlar kendilerini bir Rus denizi içinde buldular. Hatta deniliyor ki Kırım’daki genç nesil arasında Rusça konuşma oranı sürgündekilerden bile daha fazladır. İşte bu noktada diasporaya çok iş düşüyor. Diasporanın kaybedilen, yok edilen kültürün ihyası bakımından çok önemli rolü vardır. Biliniz ki, içinden bir insan olarak söylüyorum, paradoksal gelecek ama, bazen diasporada korunan, muhafaza edilen, yaşatılan kültür değerleri Kırım’da yaşatılabilenden çok daha fazladır. Mesela Türkiye’deki bazı Kırım Tatar köylerindeki sıradan bir köylü, sürgündeki Kırım Tatarından çok daha temiz ve daha geniş Tatar şivesinde konuşabiliyor. Gerçi bunun Çerkesler açısından da pek çok örneği var. Unutmayalım tam Ubıhça konuşabilen son Ubıh Türkiye’de öldü, Kafkasya’da değil. Ama kesin inancımız şu; Mesele sadece insanların birer biyolojik vücut olarak Kırım’a dönmesi değil. Kırım’a ruhen ve fiilen “Kırım Tatarı” olarak dönmek gerekir. Kırım’a dönüp orada Rus olduktan sonra dönüşün manası nedir ki? Türk soyundan gelen milyonlarca Rus var. Bunlara 300.000 tane daha ilave etmek bize bir şey kazandırmaz.
Kırım’a dönenlerin siyasi ve yurttaşlık haklarının temini konusunda yapılmış olan hukuksal düzenlemeler hangi aşamadadır?
Klasik problem şuydu, yani son birkaç aya kadar ki, bu yazın sonuna kadar ki durum; Özbekistan bu insanların Özbekistan vatandaşlığından çıkmasını son derece güçleştiriyordu. Ukrayna da Özbekistan vatandaşlığından çıkmadıklarını gerekçe göstererek Ukrayna vatandaşlığına girmelerini zorlaştırdığı gibi bir de beş sene ikamet mecburiyeti koyuyordu ya da 91 öncesinde Kırım’da olması mecburiyetini koyuyordu. Ancak Kırım Tatarı 91 öncesinde Kırım’a giremiyordu ki zaten. Bu durumda bir rakama göre 75.000 bir rakama göre 100.000 kişinin vatandaşlık hakları bütünüyle yoktu, geri kalanların da pek çok eksiği vardı. Bu yaz sonunda Ukrayna ile Özbekistan arasında yapılan antlaşmayla zorluklar nispeten hafifletildi. Ancak uygulamada hala zorluklar vardır. Meselenin çözümü için önemli bir adım atılmış oldu ancak mesele halen çözülmedi.
Türkiye-Ukrayna-Rusya üçgeninde çok önemli ve kritik bir bölge olan Kırım konusunda Türkiye’nin yaklaşımı nasıldır? Ayrıca 1998 Mayıs’ında T.C. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in Ukrayna ve Kırım ziyaretinin içerdiği mesajlar nelerdir? Türkiye’nin dönüş yapan Kırım Tatarları için 1000 konut projesinden kısaca bahseder misiniz?
Kırım’da Kırım Tatarları değil Eskimolar bile yaşasa, coğrafya itibariyle Türkiye Kırım’a da, Kafkasya’ya da aynı şekilde, sırtını çevirme, gözünü kapama lüksüne sahip değildir. Burada Kırım’da Kırım Tatarları, Kuzey Kafkasya’da dindaş, kültürdaş halklar yaşamaktadır. Türkiye’nin buraya bakması için ayrı bir sebeptir. Onların Türkiye’de dev diasporalarının bulunması daha ayrı bir sebeptir. Bütün bunlar olmasa bile mantığın getirdiği, bu dünyada ekonomik açılımlar için en tabi geçit noktalarıdır vs. Yani Türkiye’nin Kırım’a da Kuzey Kafkasya’ya da değil sırtını çevirmek, son derece dikkatle takip etmesi için sebepler mevcuttur. Her biri bunlardan yeterli olabilecek sebeplerdir.
Kırım’a gelince (Kuzey Kafkasya için de geçerlidir), sadece askeri bakımdan inceleyecek olursak, Kırım aynı zamanda Sovyetler zamanında hatta Çarlık zamanında da doğrudan doğruya Türkiye’ye yönelen askeri tehdidin mızrak ucu gibiydi. Kırım en ağır silahlarla; nükleer silahlarla, donanmayla, kara silahlarıyla, konvansiyonel silahlarla cephanelik gibi yapılmıştı. Sonuç olarak bu özelliği hala sürüyor. Karadeniz donanması veya ülkede bulunan nükleer silahlar orada Tanzanya’ya veya Paraguay’a yönelik olarak bulunmuyordu. Temel hedef Türkiye idi. Türkiye diğer sebeplerin yanısıra böyle bir beladan kurtulmakla, kaç kişi bunun idrakinde bilemiyorum ama en azından pek çok yetkilinin idrakinde olduğunu sanıyorum, bir kere Allah’a şükretmesi gerekir. Ve aynı şekilde mantık bunun tekerrür etmemesini elbette ki dileyecektir. Kırım veya Kuzey Kafkasya’yı Türkiye tekrar kendisine yönelmiş ön hücum hatları olarak görmek hiçbir zaman istemeyecektir. Bu bakımdan Türkiye’nin genel olarak dış siyaseti eski Sovyet Cumhuriyetleri’ndeki bağımsızlıkların mevcut şekilde korunmasına ve pekiştirilmesine yönelik olmuştur. Eksiği vardır, yanlışı vardır, ama genel çizgileriyle bu doğru bir siyasettir. Yani geriye dönüş olmamalıdır. Bu cümleden Kırım’ın da Ukrayna hududu içinde kalmasını Türkiye açık bir şekilde desteklemiştir. Yani klasik kullanılan tabirle Ukrayna’nın toprak bütünlüğünün bozulmamasına Türkiye hassasiyet gösterdiğini söylemiştir. Bu iş olacaksa veya olmayacaksa Türkiye’nin hassasiyetiyle olacak değildir. Ama Türkiye’nin tavrı da tavır olarak ortaya konmuştur ve tavır doğrudur. Bu bakımdan 90’lı yıllarda ortaya çıkan Kırım’ın Ukrayna’dan koparılması veya bir şekilde Rusya’ya iadesi şeklindeki çalışmalara Türkiye hoş bakmadığını diplomatik çerçevede ortaya koymuştur ve bu doğrudur. Türkiye Kırım Tatarları’nın kaderlerine de kayıtsız kalamazdı. En azından 1990 sonrası Türkiye kayıtsız kalmadı, ondan önce adeta bihaberdir. 1990 sonrası yapılan bir takım önemli çabalar yapılması gerekenin, olması gerekenin, ihtiyacın tabi ki küçük bir parçasını teşkil ediyor. Ve kesinlikle derde deva değil. Ama gayet anlamlıdır, iyi niyetli ve tarihe geçecek çalışmalardır. Maalesef gayet tabi ki önceki yılların bilgisizliğinin ve hazırlıksızlığının bir parçası olarak çok defa sistematik olmuyor. İyi niyetle girişilen bir çalışma hemen iyi niyetle sonuçlanmıyor, bazen sürüncemede kalıyor, bazen verilen sözler yerine getirilmiyor, bazen unutuluyor. Bu Türkiye’nin diğer politikalarında da sıkça görülen bir haldir. Ama genel olarak iyi niyetli bir çaba var ve bu çabada Türkiye’de Kırım Tatar diasporasının bulunmasının ve bunun teşkilatlı olarak bulunmasının büyük tesiri vardır. Eğer bu olmasa, iyi niyet olsa da, bunun kanalize edilmesi ve hatta hatırlanması mümkün olmayacaktı. Diasporanın bence burada fevkalade önemli bir rolü var. Yani bu durumda Türkiye’den 500 tane Kırımlı’nın Kırım’a dönüp yerleşmesinden çok daha önemli olarak maddi manevi destek temin edilmiş oluyor. Bu Kırım Tatarları’nın menfaatinedir, Türkiye’nin menfaatinedir. Mesele sadece bu ortak menfaatleri hatırlatabilmek ve anlatabilmekten ibarettir. Kendi kendine anlaşılmıyor bu işler. Pek tabii Türkiye’deki Kırım Tatar diasporasının pek çok eksiği var, Türkiye’nin devlet olarak bir çok eksiği vardır, ayrıca şunlar bunlar yapılabilir. Ama ben genel olarak, devlet olarak Türkiye’nin çabalarını iyi niyetli ve genel çizgileri itibariyle olumlu doğrultuda görüyorum. Bundan tabi ki Türkiye’deki Kuzey Kafkasyalılar için de çıkarılacak dersler vardır diyebiliriz. Daha doğrusu her iki halkın tecrübesinden birbirinin çıkaracağı dersleri vardır. Türkiye’deki Kırım Tatar teşkilatları ve Türkiye’deki Kuzey Kafkasya teşkilatları çoğu zaman bir işbirliği içine girerler, tecrübelerinden yararlanmışlardır, yararlanacaklardır ve inşallah bu tecrübe aktarımı, bu işbirliği artarak devam eder.
Dönüş sorunu uluslararası platforma (Birleşmiş Milletler, AGİT) taşınarak, uluslararası kamuoyunun dikkatine sunuldu mu? Uluslararası bir destek veya yardım söz konusu mu?
Evet, uluslararası platforma taşınabildi. Birleşmiş Milletler bünyesinde 96 yılından itibaren Kırım Kalkınma Programı var. Pek çok devletin teorik olarak iştirak ettiği, bazılarının da pratik olarak iştirak ettiği bir yardım ve kalkınma programı var. Ama henüz güvence verilen çok bir şey yok. Yani lokal bazda, falan yerde falan teşebbüsün desteklenmesi, falan yerde falan mektebin açılmasına yardım edilmesi, şu kadar ilaç yardımı gibi bazı hadiseler realize edildi. Ancak bütün bu yardımlar problemin ana sebebini çözebilecek mahiyette değildir. Türkiye’nin Kırım’da 1000 ev yaptırma projesi, 1994 yılının Mayıs ayında sürgünün 50. yıldönümünde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’i ziyaret eden Türkiye’deki Kırım Türkleri Kültür Yardımlaşma Derneği genel merkezi tarafından resmen bir proje olarak teklif edildi. Sağolsun Demirel bunu kabul etti. Ama ondan sonra pek çok sebeplerden, Türkiye’nin bizzat kendi hükümet istikrarsızlıklarından, konu kaplumbağa hızıyla ilerleyebildi. Bugüne kadar yanılmıyorsan ancak 300 kadar ev alınıp Kırım Tatarları’na teslim edilebilmiştir. Tabi bu 1000 konut derde deva değildir, şu anda Kırım’da evsiz olan insan sayısı neredeyse 80.000 civarındadır. Değil sürgünden adam getirmek, Kırım’daki evsizlerin bile ancak küçük bir kısmına hizmet verebilir. Bunun maddi değerini kesinlikle küçümsemiyorum, önemsiyorum ancak bence sembolik değeri çok daha önemlidir. Türkiye devleti sahip çıktı demek, Türkiye’nin oradaki prestiji için çok daha önemlidir. Türkiye’nin bu prestije ihtiyacı vardır. Tarihi olarak Türkiye bu prestije Kuzey Kafkasya’da da sahipti, Kırım’da da sahipti. Türkiye imajı en itibarlı imajdı. Öyle olduğu için bu insanlar Türkiye’ye kaçtı zaten. Moğolistan’a yada Sahra’ya giden Kırım Tatarı veya Çerkes bilinmiyor. Onun için halifenin memleketi diye geldi bu insanlar. Bu tarihi itibarın korunmasında Türkiye için de, Kırım Tatarları için de, Çerkesler için de büyük önem vardır diye düşünüyorum. Bu itibarın sağlanması da iptidai yollarla değil, kültürel yollarla mümkündür. Elbet Türkiye bunu gerçekleştirebilecek güçtedir.
Dönüşün Kırım’a kazandırdıkları nelerdir?
Ölüm-kalımdır. Kazandıracağı falan yok. Dönüş olursa varsınız, olmazsa yoksunuz. Nokta.
Diaspora’daki yeni neslin dönüş ile ilgili görüş ve düşünceleri nelerdir?
Aynı Kuzey Kafkasya diasporası gibi düşünün Türkiye’deki Kırım Tatar diasporasını da. Ailesinin oradan geldiğinin haberi olmayan insanlar da olduğu gibi, bunun son derece şuurunda olan, canını verecek kadar şuurunda olan insanlar da vardır. Bu insanların teşkilatlı olduğu ortamlar olduğu gibi, tamamen atomize olduğu ortamlarda yaşadıkları yerler de vardır Türkiye’de. Birbirinden tamamen kopuk, tamamen teşkilatsız yaşadıkları yerler de var, mevcut teşkilatların iyi çalıştığı yerler de var. Bu bakımlarda Kuzey Kafkasyalılar da Kırımlılar da son derece birbirlerine benziyorlar. Yani Kuzey Kafkasya diasporasında hangi gerçekler varsa üç aşağı beş yukarı aynı gerçekler Kırım Tatarları için de geçerlidir. Bu bakımdan yekpare bir diasporadan sözetmek mümkün değildir. Zaten Türkiye’de şu kadar Adığe var, şu kadar Abhaz var, şu kadar Kırım Tatarı var diye çok kesin bir rakamla konuşamıyoruz. Çünkü elimizde resmi bir istatistik yok, velev ki elimizde böyle bir istatistik olsa bunu neye göre belirleyeceğimiz de belli değildir. Yani; soyu oradan gelenler mi, kendini öyle hissedenler mi, veya kendini ne kadar öyle hissedenler gibi pek çok teknik problemle karşılaşılacağı kesindir. Belki bunlara hiçbir zaman cevap verilemeyecektir. Ama Türkiye’de bu insanların varlığı bir realitedir. Yalnız Kırım Tatarları için şu var, aslında Çerkesler için de durum böyle, Türkiye toplumunda izole yaşayan bir diaspora değil, anlatılmaz derecede içiçe girmiş bir diaspora. Ayrıca şu da var, kendilerine karşı herhangi bir diskriminasyona maruz bir toplum değil. Yani en azından sen Kırım Tatarısın diye kimsenin bir zulüm yapmışlığı yok, politik olarak böyle bir uygulama yok. Bana hayatımda hiç kimse Türkiye’de bu konuda bir rahatsızlık çıkartmadı. Bu insanlar Türkiye’nin siyaset, sanat, iş vb. her türlü hayatında diğer Türkler’den zerre kadar farklı olmaksızın yer alıyorlar (bu Çerkesler için de geçerlidir) Türkiye’nin en büyük mevkilerine geldiler. Mesut Yılmaz’ın babaannesi Kırımlı, bunu iftiharla söylüyor. Saymakla bitmez. Kim Türkiye’deki Kafkas ya da Kırım asıllı bakanları sayabilir? Milletvekillerin sayısını saymak saçınızı saymak gibidir. İş adamlarını hiçbirimiz sayamayız, haddi hesabı yoktur. Bu bakımdan bu insanların toplumla böyle iç içe olmalarının avantajlı ve dezavantajlı yönleri vardır. Dezavantajlı yönü genel olarak rahatları son derece yerinde olduğu için öbür tarafı unutmaları. Avantajlı yönü de sesini duyurabilecek imkana sahip oluşlarıdır. Avantajı da dezavantajı da yaşıyoruz. Avantajı olabileceğinin çok küçük bir parçasıyla yaşıyoruz ama bu bile önemlidir.
Peki bir akademisyen gözüyle dönüş gelecekte ne ölçüde gerçekleşecek; bu konuyla ilgili beklentileriniz nedir?
Bir Kırımlı olarak biz var olacağız, varolmaya devam edeceğiz, başka yolu yok.
Burada mı var olacaksınız, Kırım’da mı?
Her çiçek kendi toprağında yaşar. Kırım Tatarı Türkiye’den ancak kardeşlik, dostluk talep edebilir, isteyebilir. Bundan Türkiye’nin kendisi de fayda görür. Aynı şey Çerkesler için de geçerlidir. Türkiye’nin varlığı, hem de güçlü bir devlet olarak varlığı Kırım Tatarları için de, Çerkesler için de, bölgenin bütün diğer kardeş halkları için de hayati derecede önemlidir. Kırım Tatarı var olacaksa tabi ki Kırım’da var olur. Diaspora’da pek çok halklar vardır, ama halklar diasporalarda sonsuza kadar yaşayamaz. İsrail örneği gösterilebilir ama İsrail sadece milli değil aynı zamanda dini bir varlıktır. İsrail örneğini uygulayabileceğiniz başka halk yoktur, olamaz. Pek çok kişi İsrail örneğini başka başka sebeplerle çok söyler ama İsrail örneğinin tamamen kendine has başka hiçbir halkta olmayan başka özellikleri vardır. Bu örneği başka hiçbir halka tatbik edemezsiniz. Sadece Yahudiler milliyetine çok düşkün diğerleri düşkün değil diye değil. Yahudiler bizden, sizden, başkasından daha vatansever daha üstün olduğundan değil, tamamıyla o durumun kendine has özel şartlarından kaynaklanmaktadır.
Açıkça söyleyeyim, bir Kırım Tatarı olarak doğan ve öyle ölecek olan bir adam olarak söyleyeyim, hislerimle söyleyeyim; hiç tereddüdüm yok ki Kırım’da Kırım Tatar varlığı tekrar var olacak. Çünkü 200 senede o kadar badireler geçirildi ki, artık geçirilebilecek badire kontenjanımızı doldurduğumuz kanaatindeyim. Hatta meşhur bir Kırım Tatar türküsünün “Çok dertlere dayandık” şeklinde sözleri vardır. Yapılacak çok şey var ama herşeye rağmen gelecekten umutluyum.
Akademisyen Hakan Kırımlı olarak konuşayım, öbür kimliğimden soyutlanarak; ilk etapta çok parlak şeyler öngörmüyorum, tahmin etmiyorum. Ama uzun vadede, sosyolojik açıdan gene Kırım Tatarları’nın Kırım’da geleceği olduğuna inanıyorum. Aynı şeyi ben Kuzey Kafkasya için de bekliyorum. Çünkü halkların yok edilmesi kolay iş değildir. Yok edilmesi için her türlü metodları kullanan devletin kendisi çöktü, bu halklar çökmedi, halk yara aldı ama yaşıyor. Kuzey Kafkasya halkları ölmedi, Kırım Tatarları ölmedi ama onları öldürmek isteyen devletlerin kendileri öldü, bugün tarih oldular. İmparatorlukların sonsuza kadar yaşamayacaklarını söylemek kahinlik değil. Sovyet sisteminin yıkılacağını beklemeyenler ancak cahil olanlardı, tarihten haberi olmayanlardı.
Okuyucularımız adına bu güzel söyleşi için çok teşekkür ediyoruz.