KIRIM’IN İSİMSİZ KAHRAMANLARI
Tarih Dergisi 415 Sayısında yayınlandı
RÜŞTÜ BATTAL: “ YER DİBİNDE YAŞARIM VATANIMDA YAŞARIM!”
ZAFER KARATAY
18 Mayıs 1944’te Sovyet rejimini Kırım’dan Türkleri tamamen sürgün etmişti. Ama totaliter Sovyet rejimine karşı olağanüstü bir demokratik kitle mücadelesi vererek Kırım’a dönerken, Kırım’da da çok büyük zorluklara, baskılara direnmek zorunda kaldılar. Yüzlerce Kırım Türkünün Moskova’nın göbeğinde, Kremlin’in dibinde “Ya Vatan Ya Ölüm” haykırışlarıyla Kremlin’i şaşkına çevirdiği ve Sovyet devletini Kırım Türklerine haksızlık yapıldığını itiraf etmeye mecbur bıraktığı 1987 yılına kadar geçen süre içinde, büyük mücadelelerle ancak 10 bin civarında Kırım Türkü vatanlarına dönebilmişti. 1987 yılından itibaren büyük bir sevinç ve özlemle akın akın Kırım’a gelmeye başladılar. Elbette Kırım’daki yerel idareciler onlara hoş geldiniz demediler. Ellerinden gelen zorlukları engelleri çıkararak onların yerleşmesini engellemeye çalıştılar.
1989 yılı yaz aylarında Kırım Tatar Millî Hareketi Teşkilatı’nın organizesi ile Kırım Türkleri, Kırım Yüksek Sovyeti önünde çadırlar kurarak ev ve arsa taleplerinin yerine getirilmesini istemeye başladılar. Müracaatların sonuçsuz kalması ve yaklaşan kış sebebiyle Fergana’dan kaçan evsiz barksız Kırım Tatarlarının durumu Kırım Tatar Millî Hareketi Teşkilatını yeni tedbirler almaya mecbur etti. Ayrıca Kırım’da boş arazi olmadığını söyleyen mahalli yöneticilerin Ruslara yazlık evler için arazi dağıtmaları üzerine Teşkilat harekete geçti. Kırım Türkleri Kırım’daki boş arazileri tesbit ederek, bu araziler üzerine aile başına 600 m2 olacak şekilde parselleyip okul ve cami için yerler ayırarak çadırşehirler kurmaya başladılar.Bu çadır şehirlerin kurulmasına öncülük eden kahramanlardan o dönem Kırım Tatar Milli Hareketi Teşkilatı yöneticilerinden, daha sonra Kırım Tatar Milli Meclisi üyeliği yapan Sinaver Kadir bu teşebbüslerini şöyle açıklıyordu:
“Sovyet devleti yetkilileri dönüşümüzü durdurmanın çaresini arıyorlardı. Toprak vermiyorlardı. Şu sebepten bizler bunun çaresini halkımızla birlikte evlerimizi kendimiz kurmak için toprakları Samazahvatla yani baskıncılıkla toprak almaya başladık. Ancak biz Sovyet rejiminin gasp ettiği kendi ana babalarımızın topraklarını böyle “işgal” ile alıyoruz diyemeyiz. Topraklarım azad ediyor ve onun asıl sahibi halkına geri veriyoruz ”
Kırım’daki Sovyet Rus yöneticilerinin buna tepkisi sert oldu. Özellikle de çoğunlukla Komünist partisi yöneticileri, emekli Kızıl Ordu mensuplarının yaşadığı Kırım’ın güney bölgelerinde bu tepkiler daha da sert oldu. Kimi yerlerde Çadır şehirlere baskınlar yapıldı, tutuklamalar yapıldı, Kırım Türklerinin kurmaya başladıkları evler yıkıldı, kim yerlerde asker, polis eşliğinden milisler ve kışkırtılmış yerel Ruslar bu çadır şehirlerdeki Kırım Tatarlarının inşaat malzemelerini yağmaladılar. Ama Kırım Türkleri buna karşı olağanüstü bir direniş gösterdi. 1989 yılından itibaren Kırım’ın bir çok yerinde çadırşehirler kuruldu. Sovyetler Birliği dağıldıktan ve Kırım Ukrayna içinde kaldıktan sonrada durum değişmedi. Çadır şehirler kurulmaya, çoğunluğunu Rusların oluşturduğu yönetim ise bunları engellemeye devam etti. Bu çadır şehirlerin, iskânı yapılmadı. Ne yol, ne elektrik, ne su ne de diğer temel alt yapı hizmetlerinin hiç biri yıllarca buralarda yaşayan Kırım Türklerine verilmedi.
Kırım Türklerinin Ukrayna yönetimiyle aralarının en iyi olduğu dönemlerde bile Kırım Tatarlarının yerleşme ve toprak sorunu tam olarak çözülemedi. Kırım’ın Rusya tarafından işgal edildiği 2014 yılında bile hâlâ Kırım Tatar çadır şehirleri mevcuttu ve onların iskân sorunları çözülmemişti. Bunlardan en çarpıcı olanı Kırım’ın günümüzdeki idari başşehri olan Akmescit’ten tarihi Bahçesaray’a giderken, Akmescit şehri çıkışında anayolun sol kenarında bulunan Kurbanköy’dür. Burasının bir Kırım Tatar çadır şehri olduğunu hemen anlarsınız. Kimisi temeli atılmış, kimisinde sadece küçük bir baraka bulunun, kimisinin çatısı kapatılmış ama inşaatı bitmemiş, ama güzel bir araziye planlı olarak yerleştirilmiş evler görürsünüz. Ama daha da belirgin olanı inşaatı süren cami derhal gözünüze çarpar.
2011 yılında Kırımoğlu, Bir Halkın Mücadelesi belgeseli çekimleri için Kurbanköy çadır şehrinde de 8 Ekim 2011 günü ilk çekimleri yaptık. İnsanlar zor şartlarda evlerini kurmaya çalışırken, evlerinden önce yerleşim yerinin camisini inşasını bitirmeye gayret ediyorlardı. Güz gelmişti. Buradaki insanların bir çoğu da çarşıda pazarda, yahut turistlerin bol geldiği karadeniz kıyılarında bir şeyler satarak geçimlerini temin ederek kışa hazırlık yapmaya gitmişlerdi. Belgesel için söyleşi yapmak için etrafa bakınırken caminin yukarı tarafında bir inşaatın önünde iki genç kız gözümüze ilişti. Oraya doğru yöneldik. İki genç kız inşaatları süren evleri için harca karıştıracakları kumu eliyorlardı. Selam verdik, kendimizi tanıttık. Çekim yapmak için izin istedik. Kabul ettiler. Bir süre iki kız kardeş olan Alime ve Selime’nin kumu elemelerini, tuğlaları taşımalarını görüntüledik. Tenleri güneşten yanmış, kürek tutan, taş taşıyan elleri nasır bağlamıştı ve avuçlarını içi sanki kına sürülmüş gibiydi. İnşaatı süren evin yanında küçük bir tek gözlü baraka vardı. Onun içinde de çekim yapmak istedik. Çekinerek razı oldular. Bir kardeşim hasta dedi. İçeri girdiğimizde küçük pencereden sızan loş ışıkta, pencere önünde bir yatakta yatan Dilara’nın silüeti görünüyordu. Ropörtaj için kameraman arkadaşlar ses ve ışık ayarlaması yaparken, kardeşinin yattığı sedirini kenarına ilişen abla Alime Seyithalilova ile sohbet eden belgeselimizin yönetmeni Neşe Sarısoy Karatay’ın gözleri Alime’nin ellerine takılınca, önce ellerini saklamak ister gibi yaptı. Sonra duvara yaslanmış masanın üstüne serilmiş, yerdeki kovalarda da bulunan cevizleri işaret etti. “ Cevizden oldu. Yol kenarlarında, orman kenarlarındaki sahipsiz ceviz ağaçlarından cevizleri topluyoruz. Ayıklayıp pazara götürüp satıyoruz. Ne yapalım. İş vermiyorlar” dedi ve hikayesine devam etti
ALİME SEYİTHALİLOVA:
7 yıldır evimizi kurmaya çalışıyoruz. Bizi Akmescit’e babam göçürdü. Ama kalp krizi geçirip öldü babam. Ben 12 yaşındaydım Kırım’a geldiğimde, bu kardeşim ufacıktı daha. Henüz yürümeye başlamıştı Kırım’a geldiğimizde. İş vermezlerdi Kırım Tatarlarına. Toprak meselesi için mücadele ediyoruz. Büyük anne büyük baba toprağına, atalarımızın yurduna geldik biz. Kırım’da yaşayalım diye. Burada bu şartlarda yaşamak zor, çok zor olsa da… Suları da kendimiz taşıyoruz, elimizle odun da kesiyoruz. Bir yandan da içeride kulübede hasta yatan kız kardeşimize bakıyoruz. Kardeşim hastalandığı zaman annem bana “Ya sen çalışacaksın ya ben” dedi. Annem de öğretmen, ben de. Çalışacaktım, ama ilkokul öğretmenlerine az para veriyorlardı. Annem “Sen kardeşine bak, başka bakacak kimse yok” dedi. Ben de çalışacaktım, ama işe girip çalışamadım. Bir diğer kardeşim Gül öldükten sonra, bu kardeşim Dilara bir şey yapmak istemedi, yemek yemedi. Beyninde şişlik var. Para bulunuz da Kyiv’e gidip onu tam bir muayene yaptırınız dediler. Öylece kaldı. Annem hastalanıp hastaneye düştükten sonra bunu biz daha tedavi ettiremedik.
Kulübeden çıkıp Alime ve kız kardeşiyle sohbet ederken, Neşe hanım suyu nasıl temin ettiklerini sordu. Alime eliyle 6-700 metre aşağıda ana yol kenarında kovalarla su taşıdıkları kaynağı işaret etti. O yönden bir adam elinde kovalarla geliyordu. Sohbetimiz sürerken aynı adamın yanımıza usul usul yaklaştığını fark ettik. Omuzları çökmüş yaşlı bir adamdı. Bizi dikkatle izliyor, kim olduğumuzu anlamaya çalışıyordu. Yanımıza gelip selam verdi ve hoş geldiniz dedi. Alime, komşumuz Rüştü qartbabay diye tanıştırdı. Adı Rüştü Battal’dı. O da 7 yıldır 80- 100 metre kadar mesafede bir kulübede tek başına yaşıyordu. Rüştü qartbabay, kendi başlarına ev kurmaya çalışan, hayatta kalma mücadelesi veren bu kız kardeşleri, bir dede şefkatiyle gözetip kollamaya, elinden geldiğince onlara yardımcı olmaya çalışıyormuş. Kızların fiziksel güç gerektiren işlerine el veriyormuş.
Bizi, hayattayken bitirip içinde rahatça yaşamayı istediği, henüz bir odasını kurduğu kulübesine davet etti. Emekli aylığından yaşaması için en asgarî parayı ayırıp, kalan parayla inşaat malzemeleri alıp evini tamamlamaya çalışıyor, o malzemeler bitince bir dahaki aylığını alana kadar bekliyordu. Bu arada da komşularına yardımcı oluyormuş. İçinde yaşanabilir hale getirdiği tek odasına girerken derme çatma bir giriş yapmış. Orada kova ve bidonlarda suyu, sobasına atacağı odun vb malzemeler vardı. Yaşadığı tek odanın tek bir penceresi vardı. Pencere önündeki yatağının üstünde sanırım akşam yemeği olarak hazırladığı üç yumurta ve bir elma duruyordu. Baş uçunda ve yine pencere önünde bir sehpa üstünde eski model küçük siyah beyaz televizyon vardı. 50 metre ilerideki komşuları geceleri bir iki saat jeneratör çalıştırdığı zaman, ondan aldığı elektrikle televizyondan haberleri, Kırım’daki gelişmeleri öğreniyormuş. Televizyonun önünde odaya girer girmez yaktığı eski bir gaz lambası yanında çalar saati, ilaçları ve kibrit kutusu vardı. Bir köşede yanan soba üstünde çaydanlık ve kahve cezvesinde su kaynıyordu. Oturduğu, uyuduğu, yemek yediği, acıları, hayalleri, umutları ve vatan sevgisiyle dopdolu tek odasında yumurtalara dokunmadan yatağının kenarına oturdu, akordeonunu aldı ve bize sözlerini kendisinin yazdığı bir yır söyledi. Bizlere anlatacağı çok şey vardı. Heyecanla ve inançla anlatmaya başladı. Ses tonundan kararlılığı, inancı, azmi ve vatan sevgisi apaçık hissediliyordu.
Yer dibine çukur kazıp yaşarım, Kırım’da yaşarım, vatanımda yaşarım deyip geldim.
1930 yılı Ekim ayında Karadeniz kıyısında meşhur Balıklava kasabasının Baydar köyünde doğmuş. 1932-33 seneleri Sovyet rejiminin yarattığı suni açlık zamanında babası vefat etmiş. Üç yaşında babasız kalmış ve 8 yaşından sonra evin erkeği olarak evin işlerini yapmaya başlamış. 18 Mayıs 1944’te o da Vatanından Hayvan vagonlarına doldurulup sürülmüş;
Bu gavurlar bizi 1944 senesinden beri horluyorlar. Bizim gördüğümüzü gelecekte çoluk çocuk başka hiçbir halk görmesin yaşamasın. Köydeki erkelerin hepsini önceden emek ordusuna alıp Tuva taraflarına götürdüler. Köyümüzde kalanlar kadınlar, yaşlılar çoluk çocuk, en büyük erkek bendim, 13 yaşında bir çocuk. Hayvan vagonlarında bitledik. İnsanlar hastalanmaya başladı. Aş olarak kötü kokan tuzlu balık çorbası verdiler. Ölenleri demir yolu kenarına öbek öbek yığıp bıraktık. Sürgünde bir köyün halkını dört defa beş defa parçalayıp ayrı ayrı yerlere dağıttılar. Bunu özellikle yaptılar, birbirimizi bulmayalım yardımlaşmayalım, bir millet olarak yok olalım diye yaptılar. Asya’ya sürgün ettikten sonra da bizim halkımızı büyük zorluklar içinde bıraktılar. Bir yerden başka yere gitmeye izin yoktu. Bir yakınına gitmeye hakkın yoktu.
Bir ara durakladı anlatırken. Pencereden dışarı baktı. Dudaklarını ısırdı ve isyan eder gibi titrek bir sesle;
Sürgünün ilk bir buçuk yılında men özüm on üç yaşında bir bala olup, her gün dört tane adam gömdüm !
Sürgün yerlerinde hayatta kalmak için büyük çaba göstermiş. Okula gidip eğitim görme imkanı olmamış. Sovyet rejiminin Kırım Tatarlarını hain olarak nitelemesini ve sürgün etmesini asla kabullenmemiş. İsyan etmiş ve bütün halkıyla birlikte Kırım’a dönmek için mücadele etmiş elinden geldiğince. Niçin burada yaşadığını şöyle anlatıyor
Yer dibine çukur kazıp yaşarım, Kırım’da yaşarım, vatanımda yaşarım deyip geldim. Benim yaşayışımı görüyorsunuz. Gene de razıyım ben, vatanımdayım. Şikâyet etmiyorum halimden. Ama şikâyetim başka; Bizim hakkımızı, hukukumuzu, vatanımızda hükümet etme hakkımızı tanımıyorlar, onlar bizi adamdan saymıyorlar. Bütün dünya önüne çıkıp: “Bu bizim Kırım Tatarlarına yaptığımız şey yanlış” diye itiraf etmeliler.
18 Mayıs 1944’te bizim bütün dinimizi, adımızı, milletimizi her şeyimizi yok ettiler. 15 dakikanın içinde. 66 yıldan beri güreşiyoruz biz kendi eski yerlerimize, evlerimize dönemiyoruz.
Emekli maaşımdan yavaş yavaş para artırıp, yemeyip, içmeyip buraların tepesini kapattım. Çatı malzemelerini değiştirdik. İnşallah vatanımda öleceğim.
2014 yılında Kırım’ı Rusya işgal ettiğinden beri Kırım’a gidemedim. En son 2013 yılında Ekim ayında Kırım Tatar Milli Kurultayına gittiğimde ziyaret ettim. Kışlık kaban, kazak vb hediyeler götürmüştüm. Sevinmiş, bu kış daha az üşürüm demişti. Rüştü Battal, 2014 yılında Rusya’nın Kırım’ı işgaline kadar her yıl Akmescit meydanında yapılan 18 Mayıs 1944 sürgünü anma mitingine en erken giden olurmuş. Sokakları süpüren çöpçüler bile 18 Mayıs sabahı meydanda onu otururken bulurlarmış. “Benim orada yerim vardır. Cemaat beni bilir her sene orada otururum. Herkesten önce varırım.” Demişti.
Ne yazık ki Rusya’nın işgali onu da çok üzmüş ve öfkelendirmişti. Komşuları vasıtasıyla haber alıyordum. İşgalci Putin Rusyası ona Akmescit meydanına çıkıp sürgün kurbanlarını anmasına bile izin vermemişti. Yüreği daha fazla dayanamadı. Kırım’ı Vatan Kırım yapan isimsiz kahramanlardan biri idi Rüştü Battal. Allah rahmet etsin. Vatanında öldü.