Emel dergisi ile yetişerek “Emelci” olan bir Kırım Tatarı: Bülent Tanatar
Aybala POLAT / QHA
https://www.qha.com.tr/haber-arsivi/emel-dergisi-ile-yetiserek-emelci-olan-bir-kirim-tatari-bulent-tanatar-263430
23.10.2020
Kırım Tatar halkının yaşadığı zorunlu göçler ve sürgünler, halkın farklı coğrafyalarda dağınık ve birbirinden habersiz bir hayat sürmesi sorununu da beraberinde getiriyordu. 20. yüzyıl şartları düşünüldüğünde, iletişimin geniş bir coğrafyada dağılmış bir halk için ne denli zor olduğu açıktır. Ancak Kırım Tatarları, iletişimin ve ulaşımın çok daha zor olduğu bir dönemde Tercüman Gazetesi gibi bir yayınla milyonlarca kilometrekaredeki Türk halklarına ulaşma ve kaynaşma başarısını yakalamış bir gelenekten geliyorlardı. İşte bu tarihsel vizyon onları, 1930’dan itibaren Emel Dergisi etrafında birleştirmeyi başardı. 1 Ocak 1930 tarihinde Güney Dobruca’nın Hacıoğlu Pazarcık şehrinde, Müstecib Ülküsal ve 9 arkadaşı tarafından çıkarılmaya başlanan Emel Dergisi, 80 yıldır dünyanın dört bir yanındaki Emelci Kırım Türklerinin meşalesi olarak misyonunu devam ettirmektedir.
Kırım Tatar diasporasının birleştirici ve aydınlatıcı gücü olan Emel Dergisi, pek çok Emelci emektarın hizmeti ile yayınlanmaya devam etmiş ve halen de etmektedir. Türkiye’deki Kırım Tatar diasporasından Bülent Tanatar Beyefendi de Emel Dergisinin yazı işlerinde titizlikle çalışan kıymetli Emelcilerden bir tanesi. Biz de Kırım Haber Ajansı (QHA) olarak diasporamızın kıymetlerinden, Emel Dergisinin önemli emektarlarından olan Bülent Tanatar’ı sizlerle buluşturmayı arzuladık.
KIRIM TATAR YAYINCILIĞININ GÖRÜNMEZ KAHRAMANI BÜLENT TANATAR’IN HAYAT HİKAYESİ
Bülent Bey bize kendinizden bahseder misiniz, nasıl bir ailede büyüdünüz?
İstanbul’da 1959 yılında her iki taraftan Kırım Tatar kökenli bir ailede doğdum. Babam (1921-1977) da annem de (1929) Bahçesaray doğumlu. Babam Ahmet Hamdi, 1930 yılında annesi ve diğer 3 kardeşiyle beraber Odesa’dan vapurla İstanbul’a geliyor. Hayli eprimiş pasaportlarını hâlâ saklıyorum. Yakın zaman önce Türkiye’ye göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak İstanbul’da doğmuş olan Zeliha (1900-1964) babaanneme Türk tâbiiyetinde olduğundan pasaport alabilmişler. Fakat Bilal dedeme pasaport vermemişler ve o ailesiyle bir daha yüz yüze hiç görüşememiş. Ne doğum tarihini ne de ölüm tarihini biliyorum. Sadece mektupla ailesine gönderdiği bir iki siyah beyaz resim var. Bir süre Odesa Konsolosu vasıtasıyla dedem ailesine haber ve para göndermiş. Sanırım 1930’ların ortalarından, muhtemelen 1937-38’den sonra bütün haberleşme kesiliyor.
Babam lişenets (yurttaşlık hukukundan mahrum kişi, lişyonnıy golos da deniyor) bir aileye mensup sayıldığından okula gitmesine izin verilmemiş Kırım’da. Ancak Türkiye’ye geldikten sonra 10 yaşında ilkokula başlamış. Uzatmalı da olsa liseyi bitirip askerliğini yedek subay olarak yaptı. Babam küçük yaşından itibaren dayısının yanında Kapalıçarşı’da kürkçü ustası olarak yetişti daha sonra Almanya’da kurs görüp kürk boyama konusunda ihtisaslaştı. Dayısının ölümünden sonra bir süre kuzenleriyle birlikte Kazlıçeşme’de çalıştıktan sonra 1968-69’dan itibaren İstanbullu ekalliyetten 3 ortakla küçük bir fabrika (en iyi zamanında 16 kişilik bir personele sahipti) kurarak 1977’deki ölümüne dek Kazlıçeşme’de çalıştı.
“BÜYÜK DEDEM İHTİYAR OLMASINA RAĞMEN SÜRGÜN EDİLİP URAL DAĞLARINA AĞAÇ KESMEYE GÖNDERİLMİŞ”
Annem de Kırım Tatarı demiştiniz, onların Türkiye’ye geliş hikayesi nedir?
Annem (Kırım’da Niyar, Türkiye’de Nigâr) ise 1929 yılında anne tarafından dedesi Kazan’dan göç edip Kırım’a yerleşmiş bir tüccar olan Kazanskiy Hasan efendinin evinde Bahçesaray’da doğmuş. Anneannesi Ayşe hanım da Penza’da doğmuş bir Kazan Tatarıydı. Ayşe hanımın kız kardeşi Anife I. Kurultay’ın kadın delegelerinden olup meşhur Kırım Tatar öğretmen ve siyasetçisi Ali Bodaninski’yle evliydi. Annesi Hatice (1905-1996) Bursa’da Mal Hatun İnası Rüşdiyesi’ni bitirmiş ama İstanbul’un o zamanki savaş ve işgal yıllarında yükseköğrenim görmek kısmet olmamış, Kırım’a dönmüş ve bilahare Ulaklı’lı Acı Settar ve Fatma’nın tek erkek çocukları Ablay (1896-1954) ile evlenmiş. Ablay dedem, Ali Bodaninski’nin kızı ve ünlü şair Eşref Şemizade’nin eşi Sayde teyze, İkinci Dünya Savaşı yıllarında kahvehanesi önemli bir haberleşme ağının merkezi olarak işlev görmüş, Hamza Göktay’ın kızı Zehra Kural da dâhil, birçok tanıdığın anlatımıyla, girdiği ortamda bütün gözleri üzerine çeken çok korümlü (yakışıklı) bir beyefendi imiş, Kırım Tatar oyunlarını Hayri Emirzade ayarında oynarmış. Hasan dedesi 1930’da başlayan raskulaçivaniye (kulakların temizlenmesi) harekâtı sırasında ihtiyar yaşına bakmadan eşiyle birlikte Ural dağlarına ağaç kesmek üzere sürgüne gönderilmiş. Babası Ablay’a ise sıra geldiğinde o bunu haber alarak kendiliğinden Gence’ye kaçmış. Yerleştikten sonra ailesini de aldırmış.
Kırım’a geri dönebilmişler mi?
1937’de Anife teyze lişenets uygulamasının sona erdiği, artık Kırım’a dönebilecekleri haberini getirdikten sonra Kırım’a dönüp Akmescit’e yerleşmişler. Annem orada ilkokula başlamış. İlk önce yakınlardaki Tatar okuluna gitmiş, ama burada eğitim kalitesi kötü olduğundan ertesi yıl kendisi gidip Rus okuluna yazılmış. İkinci Dünya Savaşı’ndaki Alman işgali sırasında okullar kapanınca diploma hayali sona ermiş tabiî.
İşgal vaktinde 4 ortakla toptan ticaret hayatına atılan babası Almanların sonunun yaklaştığını anlayınca ailesiyle birlikte 1943 güzünde Ostarbeiter yazılarak Kırım’ı terk etmiş. Savaş sonrasında kaldıkları çeşitli uluslararası kamplarda Sovyetlerin eline düşmekten kurtulan az sayıdaki diğer Kırım Tatarlarıyla birlikte 1949’da DP (Displaced Person) pasaportuyla Türkiye’ye göç etmişler. Buradaki Kırım Tatar camiası içinde ilk zamanlardan beri görüştükleri babamla 1956 yılında evlenmiş. Ben 2. çocuklarıyım. Ağabeyim Bilal halen Bilkent Üniversitesi’nde fizik profesörü olarak görev yapıyor. Kız kardeşim Berna tıbbî mamuller satan bir özel firmada uzun yıllar satış temsilcisi olarak çalıştıktan sonra emekli oldu. Ben de şu an emekliyim.
Nasıl bir eğitim hayatı geçirdiniz?
1959’da Kızıl Elma Caddesi’nde doğdum. İlkokula Yusufpaşa’daki Aksaray Deneme’de başlayıp 1970’de Bakırköy’deki Yavuzevler İlkokulu’ndan mezun oldum. Sonra Saint-Benoît Fransız Erkek Lisesi’ne gittim. 1978’de mezun olduktan sonra bilahare Gazi Üniversitesi’ne dönüşecek olan Ankara DMMA’da İşletme Mühendisliği bölümüne kayıt oldum. Ama okul o yılların anarşik ortamında ancak Mayıs ayında açılınca okula gitmek kısmet olmadı. Yeniden sınava girerek 1979’da İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne kayıt oldum ve bir yıl uzatmayla 1984 yılında Ekonometri ve İstatistik şubelerinden mezun oldum.
Üniversitedeyken uğraştığınız başka meşguliyetler de oldu mu?
Üniversitede okurken aynı zamanda babamın kuzeni Cengiz Tanatar’ın kuzu postundan giysi imalat ve ihracatıyla uğraşan firmasında çalışmaya başladım. 1994’de ayrılıp 5 yıl boyunca çeşitli çeviri işleriyle meşgul oldum. 1995’te Marmara Üniversitesi, Fransızca Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünde master programına başladım. Dersleri başarıyla geçmeme rağmen tezimi yazmak kısmet olmadı. 1999’da tekrar işe döndüm ve 2015’te işlerin bozulması üzerine zorunlu emekliliğe ayrıldım.
Eşiniz Lilya Hanım da Kırım Tatarı mı?
Evet öyle, 1998 yılında, bir sürgün çocuğu olarak 1967’de Semerkand’da doğan ve 1991’de Novosibirsk Devlet Üniversitesi Tıp Fakültesini bitirip Kemerovo’da zorunlu çalışmasını tamamladıktan sonra 1992’den itibaren 1997 güzüne kadar Yevpatoriya (Kezlev) Devlet Hastanesi’nde gastro-enterolog olarak çalışan Kırım Tatar asıllı eşim Lilya’yla İstanbul’da tanıştım. 1999 yılında evlendim. 2000 yılında kızım Ayşe İdil doğdu.
“EMEL DERGİSİ, RUS İŞGALİ NEDENİYLE TARİH VE KÜLTÜR YAZILARINDAN ÇOK HALKIMIZIN İŞGALE DİRENİŞİNİ KONU ALIYOR”
Emel Dergisindeki göreviniz nedir, Emel emektarlarına ne zaman dahil oldunuz?
Emel dergisinin merhum Saim Osman Karahan’ın yazı işleri müdürlüğündeki 3. çıkışı sırasında, Emel Kırım Vakfı başkanı ve KTMM Türkiye Temsilcisi Zafer Karatay’ın yüreklendirmesiyle 2009’dan başlayarak yazı işlerine dâhil oldum. Halen elimizden geldiğince Zafer Karatay ve Özgür Karahan’la birlikte derginin yazı işlerini düzgün ve düzenli biçimde yürütmeye gayret ediyoruz. Maalesef 2014 yılındaki Rus işgali derginin içeriğinde de Rus işgalinin yıkıcı neticelerini ve işgale karşı direnişi ön plana çıkaran bir ağırlığa yol açtı. Oysa biz Kırım Tatar kültürü, edebiyatı ve tarihine geniş yer ayırmak için yola koyulmuştuk. Dergimiz bugün elinden geldiğince Kırım’daki mevcut durum ve gelişmeler hakkında kamuoyunu yakından haberdar etmek, işgalci gücün işlediği suçları duyurmak, işgale karşı direniş gösteren halkımızın adalet mücadelesini desteklemek konusunda güçlü bir irade gösteriyor.
Anne ve babanızın Kırım Tatarı olması çocukluğunuzda ve gençliğinizde size neler kattı?
Evimizde Kırım Tatar adetleri hâkimdi. Aile dostlarımız gayriihtiyari göçmen Kırım Tatarlarıydı çoğunlukla. Annemle babam zaman zaman Kırım Tatarca deyimler ve sözlerle süsleyerek Türkçe konuşsalar da, 1970’lerin başından beri bizimle beraber yaşayan anneannem Türkçe de bilmesine rağmen bizimle daha çok Tatarca konuşur, Kırım’ı renkli imgelerle anlatırdı. Sonra tabiî kıymalı ve kabaklı burmadan, mingen çiböreğe ve çiböreğe, takoz pideden (saçta yapılan yağsız çiğbörek) etli, kıymalı, tavuklu da yapılan kobeteye, yantığa, kaşık çorbadan, tataraşa (ufak aş da denir),kavurma böreğe Kırım Tatar aşları soframızdan eksik olmazdı. Çocukluğumda annem Kırım Derneğinin folklorcu kızlarının kostümlerinin dikilmesine yardımcı olurdu. Babam 1965-66 yıllarında Mustafa Baloğlu’nun başkanlık yaptığı dönemde Kırım Derneği’nde faaliyet yürüttü. Nuri Demirağ’ın korusundaki tepreşlere, Beyazıt’ta Abdullah Sondal’ın işlettiği Beyaz Saray’da yapılan çaylara katılırdık. Biraz utangaç mizaçlı olduğumuzdan dermekteki folklor çalışmalarından uzak durduk biz çocuklar. Oysa aynı dönemde rahmetli eczacı Nazmiye teyzenin oğlu akranım Orhan çok başarılı bir oyuncuydu. Evimize Emel dergisinin yanı sıra Münih’te rahmetli Edige Kırımal’ın çıkardığı Dergi mecmuası da gelirdi.
Kırım ile ilgili yayın faaliyetleriniz nasıl başladı?
Ben hevesle girdiğim İktisat Fakültesi’nde o zamanın şartları içinde iyi ve devamlı bir öğrencilik yapamadım. Ama okul çevresine uğradığım zamanlarda Sahaflar Çarşısını keşfettim ve orada Türk ve Osmanlı tarihleri ile iktisat kuramlarına yönelik eser ve dergileri yakından izlemeye başladım. Burada Türkiye’nin bütün ilgili fakültelerinin çıkarttığı dergiler ve kitap yayınları bulunabiliyordu. Aynı dönemde, özellikle Osmanlı iktisat tarihine merakım şekillenmeye başladı ve kendimce evde bir literatür biriktirmeye başladım. İngilizcem lisede pek iyi değildi. Kendi kendime Redhouse kitapevinde bulduğum Fransızcadan çevrilmiş İngilizce iktisat ve sosyal bilim kitaplarını okumaya çalışarak İngilizcemi ilerlettim. Sonra yine aynı dönemlerde Sovyetolojiye merak sardım. Lise sonlarda ve üniversitenin ilk yıllarında Türkiye’de kuruluş aşamasındaki IV. Enternasyonal hareketine sempati duydum. Marxist yayınlarla tanıştım. O zamanlar Troçki’nin anti-Stalinist tutumu beni çekmişti sanırım. Onların çıkardıkları Ne Yapmalı? adlı dergi için birkaç çeviri ve 12 Eylül darbesi nedeniyle tozlanmış bir dosya içinde unutulup ancak yıllar sonra yayınlanacak olan bir kitap (L. Troçki, Çarpıtılan Devrim) çevirdim. Böylece bir çeviri nosyonum oluştu. Aynı zamanda Sovyetler Birliği’nin niteliği/doğası konusu ve bilhassa Stalin döneminin yapısı ve tarihi çok ilgimi çekiyordu ve bu konularda Türkiye’de erişebildiğim yayınlar beni çok heyecanlandırıyordu. İlk bulup aldığım iki kitap meşhur Fransız sovyetolog Hélène d’Encausse’a aitti: Le pouvoir confisqué. Gouvernants et gouvernés en URSS (El konulan iktidar. SSCB’de yönetenler ve yönetilenler) ile o dönemde çok sükse yapıp tartışma açan L’Empire éclaté’nin (daha sonra Parçalanan İmparatorluk adıyla Türkçeye de çevrildi) İngilizcesi Decline of an Empire. Özellikle SSCB’deki Türk ve Müslüman halkların demografik gelişimin bu istemi çözecek bir etki yaratacağı öngörüsünü ileri sürdüğü bu ikinci kitapta 1960’ların ikinci yarısında gelişen Özbekistan merkezli Kırım Tatar millî hareketinin eylemlerine sayfalar ayrılmıştı ve böylece benim de merak yörüngeme SSCB’nin bu Türk ve Müslüman halkları girdi. Emel dergisini 1980’li yılların ikinci yarısından itibaren daha yakından takip etmeye başladım.
Kiril alfabesini okuyabiliyor muydunuz?
Annem, 1981 yılında rahmetli Mehmet Çokgezen’in düzenlediği bir turla Moskova üzerinden Özbekistan’a gitmiş, dönüşünde kendisine hediye edilen Eşref Şemizade ve Rıza Fazıl’ın birkaç kitabının yanı sıra Sergey Yesenin’in küçük bir şiir kitabını getirmişti. Bu kitaplardan Kiril alfabesini söktüm ve ayrıca Rusçaya karşı konulmaz bir heves edindim. 1988 yılında işle GSD Dış Ticaret AŞ’nin düzenlediği bir özel fuar vesilesiyle Moskova’ya gittim. Burada anne tarafımdan akrabam, geçenlerde elim bir hastalık yüzünden rahmete kavuşan, ünlü şairimiz Eşref Şemizade’nin oğlu fizik profesörü ve yazar Aydın Şemizade ile birkaç kez görüştüm. O bana babasının 1981’de ölmesinden önceki son yıllarda yazdığı Yüreğim adlı şirini verdi. Ben de bunu Türkiye’ye döndükten sonra rahmetli Safiye Nezetli teyze vasıtasıyla Emel dergisine gönderdim. Şiir Emel’de basılmanın yanı sıra Karides’te yapılan Kırım gecesinde Zafer Karatay tarafından gözyaşları içinde okundu. Sonra 1989’da Özbekistan Taşkent’ten rahmetli yazar Rıza Fazıl’ın eşi akrabamız Elmira teyze kızı Aydan’la birlikte bize gelip bir ay kalmışlardı. Bu sırada Zafer Karatay ve arkadaşları da gelip röportaj ve kayıt yapmışlardı.
Kırım ile ilgili başka ne gibi çalışmalarınız oldu?
1993 yılında Zafer Karatay’ın Kırım’dan Rıza Şevkiyev ve Refat Çubarov’la istişaresi üzerine konuyu açtığı rahmetli Faize Bekman ve Safiye Nezetli’nin irtibat kurduğu Konyalı hayırsever işadamı sayın Faik İçli’nin inisiyatifiyle, 100 kişiden 1000’er dolar toplanmak suretiyle Akmescit’te Milli Meclis’e bir bina satın alınması kampanyasına rahmetli babam adına ben de katıldım. 1994’te bize gelip kalan Aydın Şemizade’yi Ankara’ya götürdüm. Burada Türk Dil Kurumu başkanı Ahmet Ercilasun, Gazi Üniversitesi Öğretim üyesi Dr. Zühal Yüksel’i ofislerinde ziyaret ettik. Aydın dayı, onlara babasının Közyaş Divar adlı poema kitabını hediye etti. Aynı zamanda ağabeyimin Bilkent’teki lojmanında Bilkent Üniversitesi öğretim üyesi, Kırım Tatarlarına dair her şeyin âlimi Prof. Dr. Hakan Kırımlı’yla görüştük. 1995’te Beyoğlu Nuru Ziya sokaktaki Anadolu Tetkikleri Fransız Enstitüsü’nde bugün artık benim mezun olduğum okulda profesör olmuş Kutluk Kağan Sümer’in Kırım Tatarları ve Profesör Nadir Devlet’in Kazan Tatarları konulu konferanslarını izledim.
“KIRIM’A 1996 YILINDA İLK GİDİŞİMDE 2. KIRIM TATAR KURULTAYININ OTURUMLARINI İZLEDİM”
Peki, Kırım’a ilk ne zaman gittiniz?
Kırım’a 1996 yılında ilk kez annemle birlikte gittim. Orada II. Kırım Tatar Kurultayı’nın bazı oturumlarını izledim. Orada televizyon programcısı olarak röportajlar yapan yine akrabam ünlü kompozitör Merziye Halitova’nın röportaj teklifini kibarca reddettiğimi hatırlıyorum. Yine birkaç kitap alıp geldim. Daha sonraki Kırım’a gidişlerim karımla birlikte daha çok akraba ziyareti şeklinde gelişti ama Aluşta’da, Kezlev’de kısa süreli fakirane tatiller de yaptık. Bu kez kızım da bize eşlik ediyordu.
Okumaya oldukça düşkün olduğunuzu görüyoruz, Kırım ile ilgili kitap arşiviniz nasıl oluştu?
Kayınpederim Dilâver Kangiyev, bana kolay kolay bulamayacağım birçok değerli kitap hediye etti. Ayrıca karımın 2. Dünya Savaşı’ndan beri Almanya’da yaşayan öz amcası Asan Salme de bana, Edige Kırımal’ın meşhur eseri de içinde olmak üzere çok değerli kitaplar hediye etti. Daha sonra da her Kırım’a gidişimde hayli yüklü kitap bavullarıyla döndüm. Yavaş yavaş bir Kırım Tatar kütüphanem de oluştu. Tabiî çok eksiklerim var ama sıradan bir vatandaş için fena değil diyebilirim. 1990’ların ilk yarısında Kırım’dan gelip Türkiye’de okuyan en şanslı kişilerden saydığım tarih konusunda master yapan Elvira Kazas’la tanıştım. Tezi ve metninin pürüzsüz Türkçeleştirilmesi konusunda zaman zaman teşriki mesai yaptım ve onun kanalıyla fırsat buldukça Erenköy’deki rahmetli İsmail Otar’ın kütüphanesine gitmeye başladım. Onun mihmandarlığında çıkan Emelimiz Kırım dergisinin mevcut sayılarını aldım ve abone oldum. Daha sonra buraya hem Aydın Şemizade’yi hem de Riza Fazıl’ı götürdüm.
“TRT’DE ÇELEBİCİHAN’I ANLATTIM”
Kırım ile ilgili sivil toplum kuruluşlarında da çalışmalarınız oldu mu?
Bu dönemde 1999’dan itibaren sık sık Celal İçten’in başkanlığı altında güzel çalışmalar yapan Kırım Derneği İstanbul Şubesine gitmeye başladım. Burada birçok genç aktivistin yanı sıra dikişimin tuttuğu çok sevdiğim rahmetli Emelci yazar Saim Osman Karahan ve oğlu Özgür’le tanıştım. Burada ABD’den gelen önemli simalarımız İnci Bowman ve Mübeyyin Batu Altan’la, Profesör Mehmet Maksudoğlu’yla tanıştığımı hatırlıyorum. Cuma konferanslarına düzenli katılmaya başladım. 2017 yılı Şubat ayında Celal İçten’in biraz metazori nazik teklifiyle Çelebicihan üzerine bir konferans vererek, ilk kez halkın huzuruna çıktım. Sonra çok geçmeden Mart ayında Zafer Karatay’ın aracılığıyla Dr. Fahri Solak’ın TRT Avaz’daki Türkistan Gündemi programına Çelebicihan konusunu konuşmak üzere konuk oldum. Aynı yılın Mayıs ayında Bakırköy’deki BASAD’da (Bakırköylü Sanatçılar Derneği) Emel Kırım Vakfı’nın organize ettiği Kırım Tatar Sürgününü Anma programı kapsamında Kırım Tatar Sürgününü Anmak başlığıyla bir konferans verdim.
Bu arada yeri gelmişken hoş birkaç anekdota da yer vermek isterim. 1999’da, ben yeni evliyken, işi düştükçe İstanbul’a uğradığı kimi seferlerde çalıştığım Cengiz Tanatar’ın işyerine uğrayan yolbaşçımız Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’yla tanışma şansım oldu. Cengiz Tanatar’ın beni tanıtırken söylediği “Yeğenim de Kırım’dan bir kızla evlendi” sözü onu memnun etmemiş bu tür evliliklere hoş bakmadığını belirtmişti. 2011 veya 2012 yılında, şimdi tam hatırlamıyorum, Beyoğlu’nda Eren Kitapevi’nde kitaplara dalmışken eşimin dürtüklemesiyle birkaç adım mesafede büyük tarihçimiz Halil İnalcık hocamızın da kitaplar arasında gezindiğini gördüm. Eşimin girginliği sayesinde kendisiyle Kırım Tatarlığı üzerinden tanışıp ayaküstü bir Kırım konferansı dinleme şerefine nail olduk. Bu vesileyle yine eşimin akıl etmesiyle birlikte bir resim çektirdik ve kendisinin bize “Kırımlı hemşerilerim” hitabıyla imzalayarak, üstelik kitabın da ücretini nakit ödeyerek hediye ettiği Tarihçilerin Kutbu kitabını alarak şaşkınlık içinde kitabevini terk edip yolumuza devam ettik. 2013 yazında Kırım’a yaptığımız son seyahatte, bunca yıldır gidip gelmeme rağmen Gaspıralı Kütüphanesi dışında resmî nitelikte bir Kırım Tatar merkezine uğramadığımı düşünerek gidip bir Meclis binamızı ziyaret edeyim dedim. Sıradan bir İstanbullu ziyaretçi olarak elimi kolumu sallayarak girdiğim binada, aklımda kaldığı kadarıyla, o sırada orada bulunan Sinaver Kadir, Edem Dudakov ve işgalden sonra işbirlikçi olan, son Meclis başkanlığı seçimlerinde kıl payı Refat Çubar’a karşı kaybeden Remzi İlyasov’la ayaküstü tanışıp resim çektirmiş, biraz da laflamıştık.
Kırım hakkında ilmi çalışmalar yapan hem yabancı hem Türk bilim adamları ile çalışmalarınız olmuş, bize onlardan da bahsedebilir misiniz?
ABD’de Wisconsin Üniversitesi’nde Kırım Tatarları üzerine yaptığı doktora tezini kitaplaştırma aşamasındaki Brian Glynn Williams’la internette ilişki kurarak uzun süre bilgi alışverişinde bulundum. Bilahare sağ olsun uzun bir notla bana kitabını gönderme nezaketinde bulundu. Sonraki yıllarda Paris’te Kırım Tatarları üzerine doktora yapan Grégory Dufaud’yla da yazıştım. O da önsözünde adımı da teşekkür listesine eklediği kitabını bana gönderme nezaketinde bulundu. Kırım Tatar millî mücadelesini işlediği doktora tezinden sonra evlenip Avustralya’ya yerleşen doğaüstü olaylarla harmanladığı eksantrik romanlar yazan (bunlardan ilki bir Kırım Tatar kızını merkeze koyduğu The Disappearance of Lilya Bekirova’ydı) Amerikalı Michelle Dixon’la yazıştım. 2001 yılında Ankara’da tertip edilen İsmail Gaspıralı Konferansı’nın peşinden gündeme gelen hacimli bir Gaspıralı güldestesi hazırlama işini üstlenen Hakan Kırımlı’nın bu projesine nasıl olduysa ben de bir şekilde dâhil oldum. Ankara-İstanbul arasında posta marifetiyle mekik dokuyan sayısız metin üzerinde redaksiyonlar yapmanın yanı sıra 3 de makale çevirisiyle (Brian G. Williams, Thomas Kuttner ve Edward J. Lazzerini’den) bu derlemeye katkıda bulundum. Hatta hızımı alamayarak haddimi aşıp Hakan Kırımlı’nın “Takdim” yazısına birkaç paragrafla apansız daldım. Kitap 2004 yılında İsmail Bey Gaspıralı İçin adıyla Kırım Türkleri Derneği Genel Merkezi tarafından Ankara’da yayımlandı. Son olarak 2019 sonunda Zafer Karatay’ın yılların birikimini damıtarak kaleme aldığı Kırımoğlu:Bir Halkın Mücadelesi kitabının redaksiyonuna severek katkıda bulunma onurunu yaşadım.
Kırım ile ilgi ilk yazılarınızı ne zaman yazmaya başladınız?
Marmara Üniversite’si master programına devam ederken 1996 yılı başında Kırım Tatarlarıyla ilgili ilk yazımı Les Tatars de Crimée dans le monde post-soviétique başlığıyla Dr. Ferhat Kentel’in bir ödevi için yazdım. Sonra rock tarzında müzik yapan ve Yeditepe Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan liseden arkadaşım Yüksek Mimar Gökalp Baykal’ın bilgisayar destekli tasarım kitapları yazdığı Pusula Yayıncılık tarafından çıkartılan Virgül kitap dergisine onun teşvikiyle Hakan Kırımlı’nın Kırım Tatarlarında Millî Kimlik ve Millî Hareketler kitabı için 1999’da bir tanıtma yazısı yazdım. Böylece Kırım Tatarları mevzuuna ilk adımlarımı atmış oldum. Bilahare 2009’dan başlayarak bugüne kadar Emel dergisinde birkaç yazı daha yazdım. Aynı zamanda dergi için İngilizce, Fransızca ve Rusçadan çeviriler yaptım. Son olarak 2020 yılı başında kaleme aldığım Kırım Harbi’nden Sürgüne Kırım’da Kırım Tatarlarının Yüzyıllık Halleri adlı bir makalem benim de bir ucundan tadına baktığım münasebetsiz Covid-19 salgını münasebetiyle uzunca bir süredir Ankara Türk Ocakları Genel Merkezi’nin bir derlemesi içinde basılmayı bekliyor. Halihazırda Emel Kırım Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi olarak vakfımızın bir Kırım Tatar kültür merkezi ve arşiv binasına kavuşması için duyarlı soydaşlarımızın seferber olmasına destek veriyorum. İçinde Kırım Tatar tetkiklerine yardımcı olacak bir kütüphanenin de bulunacağı, halkımıza, kültürümüze layık, merkezî bir yerde bir bina almak önümüzdeki acil görevlerden bir tanesi. Kendi adıma ise, zihin sağlığım ve ömrüm vefa ederse, Türkiye’de pek işlenmemiş bir konu olan Kırım’ın 1918-1941/1944 yılları arasındaki tarihine toplu bir bakış sağlayacak çalışmalar yapmayı arzuluyorum.