Muammer AYGÖRDÜLER – Ergin AYGÖRDÜLER
Köyün kuruluşu için ilk olarak Eskişehir’e gelenlere Merkez ilçenin Ankara yolu istikametindeki 10 km.’lik mesafede yer alan Sultandere mevkiini göstermişler. Ancak o zamanki qartlar “bala-çağamız azar, şehirge qaçar!” düşüncesiyle bu yeri istememişler. Köyün şimdiki yere geldiklerinde o yıllarda su bulunmadığı için çok büyük susuzluk çekilmiş. Hattâ o sıralar evlerinin yapımında taş ve kerpiçlerin arasına kül koyarak inşaa etmeye çalışmışlar. Daha sonra gelen aileler (Koca Ahmet Hacı) evlerini inşa edinceye kadar bir müddet toprağı kazmak suretiyle bir müddet o şekilde hayatlarını sürdürmeye çalışmışlar. Köyü kuranlar içmek için aradıkları suyu 40 metre derinlikte bulmuşlar. Suyun temiz çıkmasıyla Ebutâlip Efendi ve Hacı Süleyman Efendi bütün akraba ve tanıdıklarını buraya yerleşmeye davet etmişler. Ebutâlip Efendi, köyün ilk kurucularından olmaktan başka aynı zamanda değerli bir hoca imiş. Sonradan gelenler içinde yer alan Hacı Hafız Efendi de Eskişehir civarında tanınan değerli bir hocadır.
Köyün ilk kurulduğu yıllarda nüfusu 380 haneye kadar çıkmış. 1952-1953 yıllarında köyün nüfusunun 850 kişi olduğu köyün en uzun süre muhtarlığını yapan Cevdet Yavuz tarafından ifade edilmiştir. I. Dünya Savaşı’ndaki Sarıkamış ve Çanakkale muharebeleri ile daha sonraki Türk İstiklâl Savaşı’nda bir tertipte köyden askere giden 99 yiğitten 96’sı şehit düşmüş. Savaşın sona ermesiyle bunlardan ancak üçü (İbadullah Özçelik, “Hacı İmam” lâkaplı Mehmet Koca ve Abdullah Özfidan) gazi olarak köye geri dönebilmiştir. Bunlardan Polatlı’nın Toydemir köyünden iç güveysi olarak bu köye gelip yerleşen Abdullah Özfidan ile ilgili olarak anlatılanlar gayet ilginçtir. Söylentiye göre muharebelerin devam ettiği bir sırada Abdullah elindeki ağır makinalı tüfekle Yunan ordusunun top çemberi içinde kalmış.
Arkadaşları kendisine bulunduğu yeri terketmesini söylemişler. Ancak o, top atışı nereye yapıldıysa oraya mevzi almış ve böylelikle düşman ateşinden kurtulmuş. Savaş bittiğinde madalya almış, 1970 yılında da gazilik maaşı bağlanmış ve oldukça yoksul bir şekilde vefat etmiş. İbadullah Özçelik ise hem cehennemî sıcak altındaki Yemen, hem de çetin kış şartları sebebiyle büyük çoğunluğunun tek kurşun atmadan soğuktan donarak can verdiği Sarıkamış muharebelerine iştirak etmiş. Ordunun donarak perişan bir vaziyette yok oluşuna şahit olmuş.
Anlatılanlara göre, köyün adında yer alan “yâver” kelimesi, köye Sivrihisar kazasından yer tesbiti için gelen bir paşanın yâveri ile alâkalıdır. Bundan dolayı, köyün “Yâververen” şeklinde adlandırılmasına karar verildiği söylenmektedir. Köy başlıca üç büyük mahalleden meydana gelmiş olup, bunlar Koray, Şoray ve Kezlev mahalleleridir.
İstiklâl savaşı sırasında bir süre Yunan işgalinde kalan köy, Türk ordusunun Büyük Taarruz’la beraber ilerlemesi sonucu, bozguna uğrayan Yunan ordusunun Anadolu’daki hemen her köy, kasaba ve şehirde yaptığı vahşet ve zulümden fazlasıyla nasibini almış, evler, ahırlar ve ekili araziler yakılarak harabeye döndürülmüştür. O tarihten sonra da adı “Yâverviran”a dönmüştür. 1950’li yıllarda köyün adı “Yâverören” olarak değiştirilmiştir.
Yâverören köyü, İstiklâl Savaşı’nda Türk ordusuna karşılıksız olarak 150 bin kile arpa ve buğday yardımında bulunmuştur. (Bu miktar o zaman için bütün civar köylerden, hatta Bilecik Vilayeti’nden toplanan yardımdan da fazladır). Ayrıca köy halkından bazı şahıslar at ve araba yardımında da bulunmuşlardır. Bu yardımları öğrenen Mustafa Kemal Paşa, savaş bittikten sonra köye bizzat teşekkür ziyaretine de gelmiştir. Mustafa Kemal Paşa’yı bütün köy halkı ve okulun talebeleri büyük sevinç ve coşkuyla karşılamışlar. Köy geriye çekilen Yunanlılar tarafından yakılıp yıkılarak harabe haline getirildiğinden, halkın elbiselerinin yamalı ve yırtık olduğunu, ayaklarında da çarık bulunmadığını gören Mustafa Kemal Paşa, “Böyle zor durumda olduğunuz halde neden bu kadar çok yardım ettiniz?” diye sorduğunda köy halkı da “Önce asker doyacak, sonra biz rahat edeceğiz” diye cevap vermiştir. Bu cevaba sevinen Gazi Mustafa Kemal Paşa, köye 6 km. uzaklıkta, Sultan II. Mahmud’un vakfına ait otlak yerinden 3500 dekar araziyi kullanmak için köye hibe etmiştir. Söz konusu arazinin krokisi çizdirilerek, kendisinin, Abdülhalik (Renda) Bey’in, Fevzi (Çakmak) Paşa’nın ve İsmet (İnönü) Paşa’nın imzalarını taşıyan belge köy muhtarlığına verilmiştir. Arazi 1925 yılında kullanılmaya başlanmıştır. O vakitler yirmi bin küçükbaş ve iki bin de büyükbaş (at, sığır vs.) hayvan bu arazide otlamakta idi. Bu arazinin çayırlık olan 1778 dekarlık kısmı vakıf, kalanı da hazine arazisiydi. 1976 yılında Vakıflar idaresi, söz konusu araziyi köylünün elinden alarak başka bir köye vermiştir. Söz konusu arazi daha sonra muhakeme konusu olduysa da, eldeki belge kaybolduğundan ispat edilememiştir.
Köyü ziyaret eden Mustafa Kemal Paşa, kendisini karşılamaya gelen ilkokul öğrencilerine ne okuduklarını sormuş, öğrenciler de ona “kesir-i âdî” (bayağı kesir) okuduklarını söylemişlerdir. O tarihlerde köyde ilkokulun olduğu ve altı sınıflı olduğu bilinmektedir. Okuma-yazma oranı % 100’e yakındır. Gençlerin çoğu lise ve üniversite mezunudur.
Köy, yaz-kış değişken bir nüfusa sahiptir. Kışın çocuk okutmak için köyde ancak 30-35 hane nüfus kalmaktadır. Köylünün çoğunun Eskişehir’de de bir evi vardır. Köylüler arasında komşuluk ve akrabalık ilişkileri gayet güçlü olup, karşılıklı gelip-gitmeler sık olmaktadır. Düğün, nişan, cenaze ve bayram gibi günlerde bir araya gelme ve işbirliği kuvvetlidir. Köylünün Vatan Kırım’dan getirdiği âdet ve gelenekleri zaman ve teknolojik değişimle erozyona uğramış da olsa aynen devam ettirilmeye çalışılmaktadır.
Köyde eskiden bir ilkokul, iki cami, üç kahvehane, üç bakkal dükkanı, sekiz çeşme, iki marangozhane, bir kasap dükkanı ve bir de köy odası varmış. En kalabalık olduğu zamanlarda ilkokulda okuyan talebe sayısı 350’ye kadar ulaşmış. İlkokuldan sonraki orta dereceli ve yüksek öğrenim ihtiyacı ve ailede nüfusun artmasıyla beraber geçim şartlarının günün ihtiyaçlarına cevap verememesinden dolayı şehire olan göçlerle köydeki çocuk sayısı iyice azalmış ve ilkokul 1992’den beri kapalıdır. Köylünün çoğunluğu başta Eskişehir olmak üzere, İstanbul ve Bursa gibi büyük şehirlere göç etmişlerdir.
1943-44 yıllarında Hamidiye’deki köy enstitüsünden mezun olan ve aynı zamanda Yâverörenli olan öğretmenlerin (Cevat Akalın, İbrahim Özkır, Nevber Tarcan ve Hikmet Akçora) Yâverören’e gelmeleri, köyün ve köylünün eğitim alanında büyük bir hamle yapmalarına sebep olmuşlar. Gelen öğretmenlerin tamamı Kırım Tatarı olup, aynı zamanda Hamidiye köy enstitüsünün ikinci dönem mezunları idiler.
Köyün başlıca geçim kaynağı tarımdır. Köyün 36000 dekar kullanılabilir arazisi mevcut olup bunun 3000 dekarı mera, kalanı tarla arazisidir. Genel olarak kurak şartlarda buğday,arpa ve biraz da nohut yetiştiriciliği yapılmaktadır. 1985 yılında açılan beş derin kuyu ile 500 dekar kadar bir alanda şeker pancarı yetiştirilerek sulu tarım da yapılmaktadır. Gazi Mustafa Kemal zamanında bu köye tahsis edilen vakıf arazisi zamanla el değiştirdiğinden hayvancılık da çok azalmıştır. Halen 1000 civarında küçükbaş hayvan mevcudu vardır.
Köy yolu 1964-65’de önce stabilize, daha sonra asfalt olarak inşa edildi, elektrik 1976’da, su 1951’de köy çeşmesi olarak 10 km. mesafedeki Paşakadın köyünün arazisinden getirtildi. Köyde 3-4 ayrı yerde çeşmeler inşa edilerek, 4-5 yıl önce de evlere kadar dağıtılmıştır. Telefon 1982 yılında tek bir santral olarak köye getirilirken, 1985-86 yıllarında da her bir eve abonelik tesis edilmiştir.
İşlenen araziler bulundukları mevkiilere göre Ortayol, Tavşantepe, Karacaağıl, Köyönü, Küllütepe, Paşakadın yolu gibi çeşitli isimlerle anılmaktadır.
Köyde sosyal hayat eski canlılığını kısmen kaybetmiş olsa da eski âdet ve gelenekler devam ettirilmeye çalışılmaktadır. Bayramlaşmalar eskisi gibi devam ettirilirken, öncelikle ölenlerin yakınlarına tâziyeye gidilmekte, mezarlık ziyaretleri yapılmakta, kurban bayramı ise kurban kesilmektedir. Köylünün genel ekonomik durumu iyi olup, kurban kesemeyecek durumda olan yok gibidir. Hıdırellezde sabahleyin mezarlıkta hıdırellez duası yapılmakta ve hazırlanan yemekler cami önünde cemaatle yendikten sonra, toplu halde Sakarya nehrinin çıktığı yer olan Çifteler ilçesindeki Sakaryabaşı’na gidilmektedir.
Meydana gelen sosyo-ekonomik ve kültürel değişim, köy âdet ve geleneklerini de değiştirmiştir. Eskiden Yâverören’deki toylarda ve uzun kış geceleri boyunca kızlar ve delikanlılar arasında yapılan çınlaşma âdeti şimdi yapılmıyor. Eskiden fakirlere yardımseverliği ile tanınan, eğri veya doğru bir vaziyet için hemen bir çın söyleyiveren Hacı İsmail Aqay da artık hayatta değil, çoktan terk-i dünya etmiş.
Kırım Tatar güreşi müsabakaları da artık Eskişehir’de yılda bir kere Çifteler’in Karakaya köyünde yılda bir kere yapılan tepreçte tecrübesiz ve antrenmansız gençlerin bir bakıma kaba kuvvetlerinin ortaya konduğu oyunlardan ibaret. Bir zamanların güreşçilerinden Abdürrahim Özcan ve Kâzım Yalçın’ın vefatlarının üzerinden ise yıllar geçmiş. Köyün zenginlerinden sayılan Rasim Köken’in toyunda at yarışı ve güreş müsabakası yapıldığını, güreşte birinciliği Rıza Çakmak’ın elde ederek mükâfat olarak ortaya konan koçu da kazandığını ise hatırlayan belki de kalmamıştır.
Yâverören’de eskiden görücü usûlü ile olan evlenmeler artık modern bir tarzda yapılmaktadır. Kızlar, rahat yaşama isteği, sosyal prestij gibi sebeplerle eskisi gibi köye yerleşmek istememektedirler. Toylar, Pazartesi gününden başlar, Perşembe günü gelinin damat evine gelmesi ile sona ererdi. Şimdi modaya da uygun şekilde şehirdeki evde misafirlere bir yemek verip, akşamına da salonda gazozlu-pastalı olan düğünler daha çok tercih ediliyor.
Köyde 1948, 1966 ve 1992 yıllarında dolu âfetleri yaşanmış ve köylünün durumunu epey sarsmıştır. Kırım’dan gelen tarım alet ve makineleri 1950’li yıllara kadar kullanılmıştır. Köye gelen ilk traktör 1947 yılında Osman Akçora ve İsmail Özçelikler tarafından getirilen Çapalı Fordson olmuştur. Yâverören’e ilk lastik tekerlekli traktör 1948’de getirilmiştir.
Köyde Kırım Tatar kültürünün başlıcalarından sayılan yemek kültürü aynen devam ettirilmektedir. Qaşıqbörek, çibörek, tataraş, qalaqay, köbete, tavaloqum, sarıburma gibi belli başlı Kırım Tatar yemekleri hâlâ yapılmaktadır.
Eskiden toylar çok zevkli olurmuş. Toylarda Kırım Tatar yırları söylenirmiş. Kızlar yaz-kış devamlı birbirlerinin evinde sıra ile toplanır, köy caşları da kızların pencereleri dibinde karşılıklı çınlaşırlarmış. Bu esnada çeşitli yemişler yiyerek, mısır patlatır, “tenten helvası” yaparlarmış. Cuma günleri de kızlı erkekli delikanlılar köy meydanında toplanır, Cuma vakti bitinceye kadar çeşitli oyunlar oynarlarmış.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanlarından Kenan Evren, bu görevde bulunduğu sırada açılan “Kendi Uçağını Kendin Yap” kampanyasına köy halkının katkılarından dolayı Yâverören’e bronz madalya ve beratinin verilmesi, köyün geçmişi ile ilgili olan kayda değer olaylardandır.
Köyde evliliklerde yedi göbek şartı aranmakta olduğundan, akraba evliliği yoktur. Delikanlı erkekler askerliklerini yapmadan evlendirilmez. Aileler, kendi kültür yapılarına daha uygun olduğu için komşu ya da civar Kırım Tatar köylerinden kız alıp vermeyi tercih etmektedirler. Köy halkı içerisinde adlî vak’a olabilecek hadiseler yaşanmamış olup, küçük münakaşalar köylünün kendi arasında çözümlenmiştir.
Emel Dergisi 222, Eylül-Ekim 1997